4 milyon öğrenci okulu neden terk etti?
Yükseköğretim Kurulu (YÖK) tarafından açıklanan verilere göre, son yıllarda 1 milyon 400 bin öğrencinin kaydı silinmiş, başarısızlık ya da ders kaydını yenilememe gerekçesiyle okulla bağını koparanların toplamı ise 4 milyon 398 bin 166’ya ulaşmıştır. Bu veriler yalnızca teknik bir kayıt işlemini değil, Türkiye’de yükseköğretim sisteminin yapısal sorunlarını ve gençliğin geleceğe dair umutsuzluğunu ortaya koymaktadır.
Türkiye’de üniversiteye kaydolmak, özellikle dar gelirli aileler için ciddi bir ekonomik yük oluşturmaktadır. Öğrencilerin barınma, ulaşım, yemek ve kitap giderleri asgari ücretin büyük bir kısmını tüketmektedir. TÜİK ve OECD raporlarına göre, Türkiye’de öğrencilerin önemli bir bölümü geçimini sağlamak için yarı zamanlı işlerde çalışmaktadır. Bu durum, öğrencilerin derse devamını zorlaştırmakta ve başarı oranlarını düşürmektedir. Kaydı silinen milyonların büyük bir kısmının aslında ekonomik nedenlerle okulu terk ettiği söylenebilir. Çünkü ekonomik kaygılar, eğitim motivasyonunu aşındırmakta ve öğrencileri ders kaydını yenileyemez hale getirmektedir.
Üniversite, gençler için yalnızca bir eğitim kurumu değil aynı zamanda geleceğe açılan kapıdır. Ancak Türkiye’de üniversite mezunlarının işsizlik oranı yüksek seyretmektedir. TÜİK’in 2024 verilerine göre, üniversite mezunu işsizlik oranı civarındadır; bazı alanlarda bu oran ’yi aşmaktadır.
Bu tablo, öğrencilerde “Mezun olsam da iş bulamayacağım” düşüncesini pekiştirmektedir. Sonuç olarak öğrenciler, derslere ve üniversite yaşamına bağlarını kaybetmekte, eğitim sürecini yarıda bırakmaktadır. Psikolojik açıdan bu durum, gelecek kaygısı ve umutsuzluk kavramlarıyla açıklanabilir.
Üniversiteden kaydı silinen milyonlar, aslında toplumsal dışlanmanın görünmez bir yüzünü oluşturuyor. Ailesinde yükseköğretim görmüş bireyler olan öğrenciler, üniversite yaşamına daha kolay uyum sağlarken; kırsal bölgelerden ya da yoksul mahallelerden gelen öğrenciler daha fazla zorluk yaşamaktadır.
Kaydı silinen öğrencilerin büyük çoğunluğu, sınıfsal eşitsizlikler nedeniyle üniversiteye tutunamayan gençlerden oluşmaktadır. Bu durum, Türkiye’de yükseköğretimin toplumsal adalet yaratma işlevini yerine getiremediğini göstermektedir. Türkiye’de üniversite sayısı son 20 yılda hızla artmıştır. Ancak bu niceliksel artış, niteliksel bir iyileşmeyi beraberinde getirmemiştir. Kontenjanların artırılması, altyapı ve öğretim kadrosu yetersizliğiyle birleşince, öğrenciler verimli bir eğitim süreci yaşayamaz hale gelmiştir.
Ayrıca, ders tekrarları ve kayıt yenileme konusunda katı bürokratik kurallar, öğrencilerin üniversiteyle bağını kolayca koparabilmektedir. Bu durum, eğitim sisteminin “öğrenciyi kazanma” değil “öğrenciyi eleme” mantığıyla işlediğini göstermektedir. YÖK’ün açıkladığı milyonlarca silinen öğrenci kaydı, yalnızca bir idari istatistik değil, Türkiye’nin yükseköğretim krizinin somut göstergesidir.
Bu tablo: İşsizlik kaygısının gençlerde motivasyon kaybına yol açtığını, Sosyolojik eşitsizliklerin üniversitede başarısızlığa dönüştüğünü, Yükseköğretim politikalarının öğrenciyi desteklemek yerine dışlayıcı olduğunu ortaya koymaktadır. Eğer bu eğilim devam ederse, Türkiye milyonlarca gencini kaybetmekle kalmayacak, aynı zamanda üretim gücünü, toplumsal dinamizmini ve geleceğini de tehlikeye atacaktır. Çünkü üniversite yalnızca diploma veren bir kurum değil, aynı zamanda gençlerin yeteneklerini geliştirdiği, özgüven kazandığı ve topluma katıldığı bir yaşam alanıdır. Eğitimden koparılan her
öğrenci, aslında toplumsal sermayenin bir parçasının yitirilmesi anlamına gelir. Bu kayıp, uzun vadede işsizlik oranlarının yükselmesine, nitelikli iş gücünün azalmasına ve gençler arasında yabancılaşma ile umutsuzluğun yayılmasına yol açacaktır.
Dolayısıyla eğitim politikalarının amacı yalnızca öğrenci kaydı almak ya da kontenjanları doldurmak olmamalıdır. Asıl amaç, öğrenciyi hayata ve topluma kazandırmak, potansiyelini açığa çıkarmak ve geleceğe dair umutlarını canlı tutmak olmalıdır. Bunun için de sosyal destek mekanizmalarının güçlendirilmesi, ekonomik engellerin azaltılması, rehberlik ve psikolojik
danışmanlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması şarttır. Aksi takdirde bugün rakamlar üzerinden konuştuğumuz bu sorun, yarın tüm toplumsal yapıyı sarsacak derin bir kriz haline gelebilir.
(AÖ/NÖ)
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, YouTube'dan yayın yapan "Soğuk Savaş" kanalında yayımlanan bir video içeriğinde, "İçki tüm kötülüklerin anasıdır" hadisine göndermeyle Hz. Muhammed ile ilgili yorumlarda "halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama" suçu işlendiği gerekçesiyle soruşturma açtı.
Savcılık soruşturma dolayısıyla, programı sunan Boğaç Soydemir ve programa konuk olan Enes Akgündüz için gözaltı kararı verdi.
Programı yöneten Boğaç Soydemir tepkiler ve soruşturma haberleri üzerine sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada Hz. Muhammed'e göndermede bulunduğu iddia edilen sözlerin kendisinin olmadığını ve "izleyicilerden gelen şakalar arasında görüp okuduğunu" söyledi:
Arkadaşlar, geçtiğimiz günlerde yaptığım bir şaka ile kırdığım insanlardan özür dilemek istiyorum. Böyle bir niyetim kesinlikle yoktu. Normalde kendi yaptığım şakalarda hassasiyet göstermeye özen gösteriyorum. Ancak o sırada izleyicilerden gelen şakalara........© Bianet





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Ellen Ginsberg Simon
Constantin Von Hoffmeister
Mark Travers Ph.d