‘Sesini duyurmak isteyenlerin müzik laboratuvarı’
Zamanımızın vazgeçilmezlerinden nostalji tüketiminin gadrine uğrayan olaylar ve mekânlar kadar, teknik olanaksızlıklar ve veri yoksunluğu nedeniyle bir türlü bu pazara itilemeyenler de var. İyi ki de öyle. Bunlardan biri de 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Fikret Kızılok öncülüğünde kurulan ve o dönem âdeta nefes borusu hâline gelen Çekirdek Sanat Evi. Burası, bir kültür mekânı olmanın ötesinde sanatçıların boy gösterip ürettiği, müzisyenlerin çalıp söylediği ve dinleyenlerle buluştuğu bir alandı, kısa ömrüne rağmen önemli izler bırakmıştı.
Müziği hakkıyla ve herhangi bir şey talep etmeden yapanların bir araya geldiği bu mekânda gerçekleştirilen kayıtlar ise çok az insanın elinde bulunuyordu. Uğur Biryol, ulaşabildiği kayıtlarla ilgili bilgileri paylaştığı, bu projenin hayata geçirenlerden bazılarıyla gerçekleştirdiği görüşmelerin yer aldığı; yalnızca müzik değil resim sergilerinin, toplantıların ve panellerin düzenlendiği ve çocuklara sanat eğitimi verilen Çekirdek Sanat Evi’nin hikâyesiyle buluşturuyor bizi.
Uğur Biryol’un biraz tesadüflerle biraz denk gelişlerle şekillenen Çekirdek Sanat Evi’ne dair merakı kayıtlara ulaştıkça, mekân hakkında kaleme alınan teze erişince ve burayla ilgili bilgi sahibi isimlerle görüştükçe daha da derinleşiyor. Araştırmanın hikâyesi peyderpey oluşurken mekânın öyküsü de kitaba dönüşüyor.
12 Eylül’den sonra yaratılan sükûn ortamında, kültürel yozlaşma ve çoraklaşmaya karşı bir direniş manası taşıyan; Fikret Kızılok’un ve Bülent Ortaçgil’in çabasıyla 1984’te kurulan Çekirdek Sanat Evi, Orhan Kahyaoğlu’nun ifadesiyle “politik ve protest müzik tavrından çok, müziğin kendisine ve sorunlarına önem veren bir yapıydı.” Bir kültür eviydi. Kahyaoğlu, ikilinin amatör ruhla sürdürdüğü projenin tam da bu nedenle uzun ömürlü olamadığını ekliyor.
12 Eylül’den sonra ivme kazanan arabeskin ve Özal’ın alaturka liberalizminin tozu dumanı içinde Çekirdek’in bir vaha hâline geliş sürecini tanıklıklar ve yorumlarla aktarıyor Biryol. Bu tanıklar arasında müzisyenler, kültür tarihçileri, sosyologlar ve müzik yazarları bulunuyor. Hepsinin buluştuğu nokta Çekirdek’in, Fikret Kızılok’un özgünlüğünün ve alternatif olanı arayışının bir yansımasına dönüştüğü.
Renklerle çocuklara nota ve müzik öğreten, resimler çizdiren, fotoğraf sergileri açan Kızılok, Çekirdek’te düzenlenen konserlerin kayıt edilmesini ve bunların kasetler hâlinde konserlere gelenlere dağıtılmasını sağlıyor. İşte bu, bir fikirden uygulamaya dönüşen Çekirdek Sanat Evi’nin kısa hikâyesi. Fakat söz konusu hikâyenin harika ayrıntıları var, Biryol da belgelerle ve Çekirdek’in içinde bizzat yer almış isimlerin anlatımıyla bunları hatırlatıyor bize. Çekirdek’in gediklilerinden Erkan Oğur’un belirlemesi önemli: “Sadece birliktelik, duygu alışverişi, güzellik paylaşımı gibi bir yerdi. Oradaki ortam güzeldi, yani sıcaktı ve bir kıymeti vardı. En azından az olduğu için belki de… O az olan şeylerin kıymetli olması gibi o tarafı iyiydi.”
Kızılok ve Ortaçgil başta olmak üzere Yeni Türkü, Ezginin Günlüğü, Gündoğarken, Erkan Oğur, İsmail Hakkı Demircioğlu, Esin ve Engin Noyan, Neşet Ruacan, Oğuz Durukan, Selim Selçuk, İmer Demirer, Ruby Bastida, Jak Esim, Cem İkiz, Şenol Filiz, İlkin Deniz, Erkan Şimşek ve daha pek çok grubun ve müzisyenin konser verip kayıtlar yaptığı Çekirdek Sanat Evi; hem buluşmaların hem de arayışların mekânı hâline gelirken unutulmaya yüz tutmuş enstrümanların sesinin tekrar işitildiği bir yere dönüşüyor. Ahmet Sırmaçek’in dediği gibi “sesini duyurmak isteyen insanların kayıtlarının yapıldığı bir müzik laboratuvarı” oluyor Çekirdek Sanat Evi.
Zamanımızda birer yıldız olan isimlerden bazılarının ilk kez sahneye çıktığı, “saf müziğin icra edildiği”, bunun da kayıt altına alındığı Çekirdek; 1980’lerin ikinci yarısında kültür-sanat için önemli bir merkez. Üretilen, üretim üzerine düşünülen ve buradan hareketle üstünden tekrar tekrar geçilip geliştirilen bir müzik mabedi. Açıldığı 1984’ten kapandığı 1989’a dek böyle sürüyor bu. Zaman geçtikçe ve uzun yıllar sonra, Çekirdek’te imza atılan işlerin sıra dışılığı veya özgünlüğü de daha iyi anlaşılıyor.
1980’lerin sonunda su yüzüne çıkan fikir ayrılıkları ve teknik anlaşmazlıklar Çekirdek’i çatırdatıyor. Timur Danış, mekânın büyüsünü anlatırken neyin kaybedildiğini hatırlatıyor: “Çekirdek’in beni şaşkına çeviren ve hayran bırakan bir dili vardı. Fikret Kızılok, kelimeleri su gibi akıtarak konuşuyor; Bülent Ortaçgil daha çok susuyor, şarkısıyla konuşuyordu. Ahmet Sırmaçek’inse her sorunuza net bir yanıtı oluyordu; daha çok da elinize tutuşturduğu, naif bir kaset ya da çerçeveli fotoğrafla…”
Danış gibi Erkan Şimşek de Çekirdek’in anlamını ve önemini dile getirirken o dönemde neyin başarıldığını açıklıyor: “Çok radikal bir çığrıştı Çekirdek. Fikret’in önsezisi çok iyiyidi. Sonsuz güveni olduğu insanlar vardı ve hepsini teşvik etti. Dolayısıyla dağınık insanları bir araya getirmeyi başardı ve çok özgürce oturumlar, konserler oldu. Klasik sahne konserleri gibi değil, içinde konuşmaların, tartışmaların, kokteyllerin yer aldığı bir müzikal atmosfer yarattı. Bu, belki daha sonraki şeylere örnek olabildi yani.”
Bazıları için bir okul bazılarına göre sanatın saf hâlinin mekânı olan Çekirdek, kültür-sanat tarihindeki yerini aldı. Sayısı az olan kayıtlar da öyle. Hatıralar ise canlı. Biryol da çalışmasıyla Çekirdek’i, yolu oradan geçenleri ve gidenleri selamlıyor.
Çekirdek Sanat Evi, Uğur Biryol, İletişim Yayınları, 208 s.
(AB/TY)
İletişim Yayınları'ndan bianet'e gelen 10 yeni kitabı sizlerle paylaşıyoruz.
Anneannemin Söylemediği Şarkılar, Şenol’un kişisel geçmişine ve aile ilişkilerine yöneldiği metinlerle başlıyor. Yazar bu bölümde annesi, anneannesi ve hayatındaki diğer kadın figürleri ele alırken duygusal bir yüzleşme ve anlama çabasına yer veriyor.
Kitap ilerledikçe bugünün gündelik yaşamına ve toplumsal gözlemlerine geçiliyor. Şenol, kendi bakış açısından dikkatini çeken kişi ve olayları yorumlayarak kayıt altına alıyor. Metinler, kimi zaman neşeli ya da hüzünlü, kimi zaman daha eleştirel ya da yumuşak bir tonla kaleme alınmış kısa denemelerden oluşuyor. Yazar, bu çeşitlilik içinde bireysel ve toplumsal hallere dair gözlemlerini aktarıyor.
Nobel Ebebiyat Ödülü sahibi Steinbeck’ten İkinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde bir direniş ve umut romanı. Küçük ve barışçıl bir Avrupa kasabası düşman birlikleri tarafından ansızın ve şaşırtıcı bir kolaylıkla işgal edilir. Özgürlüğüne düşkün kasaba sakinleri ise boyun eğmemeye kararlıdırlar.
Melike Koçak bu kitapta, kimi zaman belirsizleşen, kimi zaman sessizliğe yönelen anlatılar kuruyor. Öyküler, doğrudan görünene değil, daha çok sezilen ya da ima edilen duygu ve durumlara odaklanıyor. Yazar, net bir başlangıç ya da son çizmek yerine, anlatının........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
John Nosta
Daniel Orenstein