Hiç kendinizi bir toplantı odasının ağır atmosferinde, üzerinizde onlarca gözün baskısını hissederken buldunuz mu? Saatin tik takları, omuzlarınızdaki yükü her saniye biraz daha ağırlaştırır. Derin bir nefes almak istersiniz, ama göğsünüzde bir taş oturmuş gibidir. Aklınızda birbiriyle yarışan düşünceler, “Ya doğru kararı veremezsem?” korkusuyla çarpışır. İşte o an, zaman adeta donar. Ne masanın başındaki kişinin sesi ne de bilgisayar ekranında yanıp sönen grafikler ulaşır size. Sadece bir soruyla baş başa kalırsınız: Bu baskının altında doğru hamleyi nasıl yapacağım?

İş dünyasında herkes böyle anlar yaşamıştır. Bazen bir anlaşma imzalamak için, bazen de kritik bir karar almak için omuzlarınıza binen bu görünmez yükle baş etmek zorunda kalırsınız. İşte tam da burada, müzakerenin yalnızca bir strateji oyunu olmadığını, aynı zamanda duygularla savaşma sanatı olduğunu fark edersiniz.

Bazen de iş dünyasında kendinizi bir satranç oyunundaymış gibi hissedersiniz. güçlü bir rakip, elinizde sınırlı hamleler ve aklınızda dönüp duran stratejiler... İşte bu, müzakerenin doğasıdır. Ancak satrançtan farklı olarak, burada yalnızca zekanızla değil, aynı zamanda duygusal dayanıklılığınızla da oynarsınız. Hele ki masanın diğer ucundaki kişi size karar vermeniz için baskı yapıyor, dikkatinizi dağıtmaya çalışıyor ya da sizi kendi istediği........

© Başkent'te Karar