Traian'ın küresindeki en değerli kent: Laodikeia
Laodikeia (Leodikya) ve Tripolis antik kentlerinde heyecanlı keşifler sürüyor. Türkiye İş Bankası’nın desteklediği kazılarda, birçok yapı ayağa kaldırılmış durumda. Yine de, daha çok iş var. Toprağın altında büyük bir zenginlik yatıyor. Gezimiz sırasında milletimize keyifli vakit geçirtecek güzel bir haber de aldık. Kızıl Ordu Korosu, 31 Mayıs’ta Laodikeia’nın tarihî tiyatrosunda konser verecek. Batı uygarlığının temellerinde doğunun eşsiz sesleri yükselecek.
Denizli’deyiz. Türkiye İş Bankası’nın davetiyle iki antik kenti ziyaret edeceğiz.
15 Mart Perşembe sabahı. Ege’nin açık, güneşli ve tatlı esintili bir sabahında Denizli merkezden Laodikeia Antik Kenti’ne yol alıyoruz. Ulaşım buraya çok kolay… Çünkü antik kent, merkeze sadece 6 kilometre uzaklıkta.
İlk durağımız kazı evi. Bizi, kazı çalışmalarına başkanlık eden Prof. Dr. Celal Şimşek karşılıyor. Güler yüzü, muzip ve heyecanlı anlatımıyla bütün gezi boyunca hem öğreniyoruz hem eğleniyoruz. Kazı evinin içine girince, duvarlara asılmış çarpıcı fotoğraflarla antik kentin ruhunu hissetmeye başlıyorsunuz. Kazı ekibi sağ olsun, bahçede bize mükellef bir sofra hazırlamış. Ege’nin simgesi zeytin ağaçlarının gölgesinde, keyifli bir sohbetle kahvaltımızı ediyoruz.
Yola koyulacağız. Kazı evinden çıkarken Celal Hoca bizi durduruyor. Çeşit çeşit eski fotoğraf makinelerinin bulunduğu rafı gösteriyor. İçinden birini işaret ediyor ve ekliyor: “Benim en severek kullandığım makine buydu. Kutupta çok yüksek eksi derecelerde bile çalışabilen bir makine.” Fotoğraf makineleri üzerine bir iki dakikalık kısa bir sohbet yaptıktan sonra araçlarımıza binip kısa bir yol giderek Laodikeia’nın kapılarına ulaşıyoruz.
Celal Hoca, harita üzerinde şehrin genel tarihi, kısa ve uzun olmak üzere oluşturdukları iki gezi yoluyla ilgili bilgi veriyor. Şehir milattan önce (MÖ) 3. yüzyılda Seleukos Kralı II. Antiokhos tarafından kurulmuş. Eşi Laodike’ye ithaf edilmiş. Fakat burada, Celal Hoca’nın verdiği bilgiye göre, MÖ 5500’den milattan sonra (MS) 7. yüzyıla kadar tarihlenen bir kentle karşı karşıyayız. Bu sürede aralıksız yerleşim yeri olmuş ve büyük bir depremden sonra buradaki yaşam sona ermiş. Depremden hemen önce MS 602’de yaşanan başka bir deprem de, Babadağ’dan gelen suyollarına büyük zarar vermiş. Sasani akınları ile birlikte de kent giderek zayıflamış. Yıkıcı deprem de son noktayı koymuş.
Antik şehrin şimdi kurumuş olan Çürüksu Nehri’nin yanında kurulması onu önemli bir ticaret, kültür ve dinî merkez haline getirmiş. Ovaya hâkim bir noktada. Göllere sahip. Çürüksu’nun Menderes’in bir kolu olması, nehir taşımacılığını geliştirmiş ve özellikle yün ve tekstil üretimiyle öne çıkmış. Öyle ki, Fransa'da bulunan MS 3. yüzyıla ait bir mezar taşında, “Burada Laodikya kumaşlarını satan tüccar Julius Verecundus yatmaktadır.” yazıyormuş. Bu örnek, Laodikeia’nın ününün ulaştığı sınırları göstermesi açısından çarpıcıdır. Bunun yanında zeytin, koyun yetiştiriciliği de önemli bir yer tutuyor.
Kentte toplam dört hamam bulunuyor. İkisi, kentin doğu ve batı girişinde. Bunun nedeni şu: Buraya gelen ticaret kervanlarındaki insanlar önce bu alanlarda konaklıyor. Bulaşıcı bir hastalık olup olmadığı kontrol ediliyor. Eğer yoksa bir kaç gün sonra kente girmesine izin veriliyor.
Kentin girişinde 900 metrelik uzun bir yol karşımıza çıkıyor: Suriye yolu. Celal Hoca’nın verdiği bilgiye göre henüz 400 metresi kazılmış durumda. Yol boyunca ilerliyoruz. Teker izlerini bile taşlarda görmek mümkün. Yine sağlı sollu uzanan dükkânlar ve sütunlar bizi karşılıyor. Hasar almadan kalmış bir mangala oyunu taşı bile var. Benzerini Tripolis’te de görüyoruz.
Biraz ilerledikten sonra karşımıza dikdörtgen bir........
© Aydınlık
