menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Üç kıtada demlenen düşünceler

29 3
23.11.2025

1988 senesinin ilk günleriydi. Kaliforniya’dan her hafta yaptığım gibi, Türkiye’yi arayıp anne ve babamla kısa bir sohbet etmek istemiştim. İnternet ve WhatsApp’ın hayal bile edilemediği günlerde, sadece AT&T adlı Amerikan telefon şirketinin hizmetini kullanıp, dakikasına 2 dolar vererek telefon edebilmekteydik. Buna rağmen, her hafta, yani senede 52 defa, memleketi arayıp hasret gidermekteydik. İçinde bulunduğumuz sosyal medya çağındaki tüm kolaylıklara rağmen, bunu yapmayanların kulaklarını çınlatalım geçerken!

İşte o gün, telefonun Türkiye ucundaki babamız, hal-hatır sormamız bitince, hayatında ilk defa olmak üzere, benden bir şey isteyeceğini söyledi. Hacca gitmek arzusundaymış ve 3000 dolar gönderebilme ihtimalini sormaktaydı. Hiç düşünmeden şu cevabı verdiğimi hala hatırlar ve utanırım: “Benim o Suudilere yedirecek param yok!” Adamcağız kısa bir sessizlikten sonra, veda edip telefonu kapatmıştı. O gece, kendi cevabıma fazlaca inanmadığım ve de çok yanlış bulduğumdan olmalı ki büyük bir vicdan azabı çekmiş ve ertesi sabah ilk iş olarak babamı arayıp, gerekli olan parayı o gün göndereceğimi belirtmiştim. Böylece, onun hacca gitmesi ve buna benim maddi katkımın olması, belki de rahmetli babam ve ailem için yaptığım en anlamlı bir eylem olarak hala yüreğimde durur. İyi ki fikir değiştirip evet demişim sonunda, diye de kendimi tebrik ederim hâlâ.

Bunu neden anlattık? Din ile ilişki, “solculuğun” en problemli taraflarından biridir, bu işlerin başından beri. Bir bakıma derin bir “çocukluk hastalığı” da diyebiliriz buna. Belki de din ve dindarlık, toplumlarda gözle kolaylıkla görülebilecek en net bir olgu olduğu için, siyasi tercih yapma zamanı geldiğinde, ilk olarak ona bakar insanlar. Çünkü dinlerin kitapları,........

© Aydınlık