Teneke ve betona gömülen umutlar
Bu yazının konusunu çok uzun bir zamandır düşünmekteydik. Özellikle de memleketimiz olan Mersin şehrindeki sosyal ve ekonomik değişimi ilk elden takip edince, ekonomistliğimiz tuttuğu için bu konuyu ele almayı düşünmüştük. Ama son bir haftadır ziyarette bulunduğumuz Malezya’da da aynı gelişmeleri görünce, bu haftanın yazı konusu olarak seçtik.
Bir ülkenin milli kaynaklarının ele alınışı ve vatandaşlarına dağıtılması konusu, ülkenin varlığı ve devamı için en önemli konu elbette. Tarihe de bakınca, bunu çok açık örnekleri ile görebilmekteyiz. Nice muazzam devletler, kaynaklarını çarçur edip boşa harcamaktan ve vatandaşlarına ekonomik imkân sağlayamamaktan dolayı, tarih sahnesinde büyük gürültülerle silinip gitmediler mi? Anadolu’nun her tarafını süsleyen tarihi kalıntılardan yola çıkarsanız, son 3000 senedir bunun sonuçlarını yaşayan antik şehirleri görebilirsiniz.
Tüketim toplumu olma yolunda, son sürat yola düştüğümüz 1980’lerden bu yana, belki de dünya rekorlarının sahibi olmuş durumdayız. “Gislaved” marka lastik ayakkabı günlerinden, hemen herkesin birer İmelda Marcos (eski Filipinler devlet başkanının eşi, 3000 çift ayakkabısı çıkmıştı iktidardan düşürüldüklerinde!) haline geldiği bugünlere nasıl erdiğimizi, hepiniz bizden daha iyi bilmektesiniz büyük ihtimalle.
Anadolu, 10 bin senelik tarihinin de tekrar tekrar ispat ettiği gibi, bereketi muazzam bir toprak. Göbekli Tepe günlerinden bu yana geçen 12 bin senede, nice toplulukları beslemiş, nice devletleri mamur kılmış ve nice sultanlara saraylık etmiştir. Yani toprağın bereketi konusunda bir problem yoktur. Problem, o topraklar üzerinde yaşamayı seçmiş toplulukların, Anadolu ile olan ilişkilerindedir bizce.
Artık “şükürler olsun” sözünü hiç işitmez olduğumuz memleketimizde, her birey kendisinin en iyisine, en büyüğüne en güzeline, en gösterişlisine sahip olması gerektiğine yürekten inanır hale gelmiştir maalesef. Yaptığı işin, okuduğu okulun, kendisinin bu toplumdaki yerinin hiçbir hükmünün bulunmadığına da iyice inanmaktadır çünkü. “Zahmetsiz Rahmet Olmaz” diyen dedelerinin ne demek istediğini bile düşünmemektedir hiç kimse.
Böyle bir ortamda da o geleneksel normal ve bildiğimiz kapitalizm değil de “çarpıtılmış bir kapitalizmin” pençesine düşmek, çok kolay olmuştur bizim millet için. Zar zor elde edilen kaynakların bugün aktığı sadece iki şey bulunur Türkiye’de: bir apartman dairesi ve bir araba! Yani........
© Aydınlık
