Bayram geliyorken
İstanbul bu kadar kalabalık olmamış,
şimdiki gibi kafeler çeşit çeşit,
aktiviteler de böyle bol değil,
öğrencilik yıllarımız.
Fakültede bir kantinimiz var ama ufak.
Uzun süre oturdun mu
hem adın çıkar kantin güzeline
hem de diğer arkadaşlarının hakkını yemiş olurdun.
Çay, poğaça tost dışında pek de bir şey olmadığı için
öğle tatillerinde bile atlaya zıplaya giderdik,
kimi kez Ortaköy
kimi kez de Kabataş sahiline.
Deniz dalgalarının
gelip de duvarlarından döndüğü
o kartpostallara konu olan
herkesin ille de
fotoğraf çektirdiği
cami ile ufak iskele arasındaki
çay bahçeleri.
Biz öğrencilerin bir nevi ikinci adresleriydi.
Çantamızda mutlaka bir kitap.
Bazen de eğlencesine okey ya da king oynardık ama sohbeti ihmal etmeden.
Şimdi lüks kafeler, seyyar satıcılar, butik dükkanlar.
Sıra sıra lüks oteller.
Eskisi gibi duyulmuyor dalgaların sesi ama dünden bugüne
iki şey dimdik ayakta ve çok tanıdık.
Birisi cami diğeri iskele.
Çoğu kez yürürdük o tarihi çınar ağaçlarının........
© Aydınlık
