menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Aşkın övgüsü, çağın yergisi

11 1
14.09.2025

İnsan zihni “şeyler”i karşıtıyla düşünmeye yatkındır. Çünkü böyle bir düşünme biçimi, özellikle gündelik kavrayışta, hızlı karar almayı pratik hale getirir. Siyah–beyaz, iyi–kötü, doğru–yanlış gibi ikilikler düşünceyi kolaylaştırır; ama aynı zamanda basitleştirir onu, indirger.

Batı düşüncesi de büyük ölçüde bu düalizm etrafında kurulmuştur: Platon’da idealar–görünüş, Descartes’ta zihin–beden, Hegel’de tez–antitez gibi. Ortaçağ’da Tanrı–şeytan ikiliği, modern çağda doğa–kültür ayrımı… Dolayısıyla insanın düşünme tarihinin büyük bir kısmının bu “karşıtlık” mantığını beslediği söylenebilir. Ancak bunun bir zorunluluk olmadığı bilinmedir. Aksine bu düalizm, tarihsel-kültürel bir biçimlenmedir. Çünkü her düşünce karşıtıyla kurulmaz. Spektrum, süreklilikler, çok boyutlu ilişkiler, diyalektik ya da ağsal düşünce tarzları, düşünceyi “karşıt”ıyla kurma yatkınlığını aşar. Sözgelimi renkleri düşünürken kırmızı–mavi karşıtlığı değil, bir spektrum görürüz.

Düalizme oturan tarihsel kültürel biçimlenme, aşkı da çoğu zaman “aşk–nefret”, “aşk–cinsellik”, “aşk–çıkar ilişkisi” ya da “aşk–yalnızlık” gibi ikiliklerle düşünme sonucunu doğuruyor. Modern çağda, özellikle “aşk–özgürlük” karşıtlığı öne çıkıyor buradan; aşk, bireysel özgürlüğü kısıtlayan, bağlılığa zorlayan, hatta risk taşıyan bir deneyim gibi sunuluyor. Çünkü kapitalist ilişkilerde birey, özgürlüğü bütün bağlardan arınmak, sınırsız seçeneklere sahip olmak olarak algılıyor. Böyle bir anlayışta aşk özgürlüğün duvarıdır; bireyin seçeneklerini daraltan tehlikeli bir yüktür, bağlanmak.

Alain........

© Aydınlık