menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yeni bir para düzeni mümkün mü? - 2

32 1
15.10.2025

İlk yazımızda paranın doğuşuna, takastan metal sikkelerin doğuşuna kadar uzanan uzun bir serüvene göz atmıştık. Bugün o hikâyenin ikinci perdesindeyiz. Paranın devletin kalbine, yani iktidarın ve imparatorlukların kan dolaşımına nasıl yerleştiğini inceleyeceğiz. Antik çağlardan modern devlet sistemine uzanan bu evrede para, yalnızca değer değil, itaat ve egemenlik üretme biçimiydi. Glyn Davies’in deyimiyle:

“Para, devletin soyut gücünün somut biçimidir.”

Bir sikke hem ordunun maaşını hem tapınak inşaatını hem de imparatorun görkemini taşırdı. Bu yüzden her savaşın bir de parasal cephesi olurdu. Zafer, yeni bir para birimi; yenilgi, sikkelerin değer kaybı demekti.

Paranın tarihinde bir dönüm noktası, onun üzerine kimin yüzü basıldığıyla başladı. Antik Yunan’da gümüş drachma, Roma’da denarius, Pers İmparatorluğu’nda altın daric sadece birer ödeme aracı değil, imparatorun dolaşan sembolüydü. Kralın, imparatorun ya da şehrin amblemi, o paraya güveni temsil ediyordu. Çin’de Tang ve Song hanedanlıkları döneminde (7.–13. yüzyıllar) devlet, bakır ve gümüşü yalnızca madeni para olarak değil, aynı zamanda vergi toplama ve mal tekellerinin yönetim aracı olarak kullandı. Bu merkeziyetçi para düzeni, kısa sürede dünyanın ilk kâğıt parasına –jiaozi– dönüşecek bürokratik bir güven altyapısı yarattı.

İslâm dünyasında ise Abbâsî halifeleri, altın dinar ve gümüş dirhem üzerinden yürüttükleri para reformlarıyla, “üzerinde hükümdar değil ayet taşıyan” metinli sikkeleri yaygınlaştırdı. Bu tercih, parayı imgesel güçten arındırıp inanca dayalı bir hukuk sistemine bağladı; böylece Basra’dan Buhara’ya uzanan ticaret yollarında güvenin ortak dili oluştu.

Hindistan alt kıtasında ise Maurya’dan Gupta’ya, oradan Mughal dönemine uzanan uzun bir süreklilik içinde, gümüş esaslı rūpya-rupi standardı geliştirildi. Şir Şah Suri’nin 16. yüzyıldaki para reformuyla bu sistem, sadece ağırlık ve ayarda değil, idari denetimde de örnek bir bütünlüğe kavuştu. Böylece Asya medeniyetleri, parayı Batı’nın yaptığı gibi madenin gücüyle değil, kurumun sürekliliği ve güvenin örgütlenmesiyle kutsallaştırdı.

Zenginlik, biriktirildikçe saklama ve aktarma ihtiyacı doğurdu. Antik Yunan’da trapezitai denilen özel bankerler, tüccarların parasını güvenli biçimde koruyor, kredi veriyor ve yazılı kayıtlar tutuyordu. Bu bankerler, bugünkü bankaların ruhani atalarıydı: parayı değil, güveni yönetiyorlardı. Geoffrey Ingham, The Nature of Money’de bu olguyu “sosyal borç sözleşmesi” olarak tanımlar:

“Para, malların değil, sözlerin dolaşımıdır; bir toplumun kendi kendine verdiği güvenin kurumsallaşmış biçimidir.”

M.Ö. 5. yüzyılda Delos Adası, Akdeniz’in ilk “finans merkezi”ne dönüştü. Roma’da bankacılık sistematik hâle geldi. Senato, faiz oranlarını düzenliyor; bankerler (argentarii) hesap defterleri tutuyordu. Kredi, vergi ve kamu harcamaları artık bir ağ hâlindeydi.........

© Aydınlık