İran rejiminin çekirdeği parçalanırken…
Rejimin baskıcı karakterinden dolayı İran sinemasının bazı özel biçimler geliştirdiği kabul edilir. Bunlardan birisi de İranlı sinemacıların alegorik anlatımda giderek ustalaşmalarıdır. Ülkeye dair sorunları anlatmada, rejime dair diyeceklerini dile getirmede son yıllarda bizim sinemamızda da fazlaca görmeye başladığımız alegori söz konusudur. Hakkını da yemeyelim bu işte giderek ustalaşan bir sinema İran sineması.
Öte yandan bu ‘zorlu koşullar’ın dayattıklarından üreyen bir estetik de söz konusu. Örneğin, normal şartlarda ev içinde başları açık olan kadınları sinemada temsil ederken yaşanan problemler. Bir kadının evinde yalnızken ya da dinen haram sayılmayan birisiyle birlikteyken başının açık gösterilmesi gibi bir durum söz konusu olamıyordu. Bir temsil de olsa kadınların saçlarının perdede görülmesi günah! Hal böyle olunca bu sahneleri izleyicinin takılmayacağı, ciddiyetini kaybetmeyeceği bir biçimde ele almak, anlatmak ve çekmek gerekiyor. Bu konuda da mahir oldu İranlı sinemacılar.
Mohammad Rasoulof’un İran’daki idam cezası uygulamalarını merkeze aldığı “Şeytan Yoktur” filmi hem Altın Ayı kazanmış hem de yönetmeni hedefe koymuştu. Bu yıl Cannes’da Jüri Özel Ödülü’nü kazanan yeni filmi “Kutsal İncirin Tohumu” (Dâne-ye anjîr-e ma'âbed) ile rejimi hedefe koymaya devam ediyor yönetmen. Ancak yazının girişinde bahsettiğim rejim hassasiyetlerini görmezden gelen, bütün planlaması başka türlü bir yapım var karşımızda. Rasoulaf hem kendisinin hem de filmin ekibinin durumunu riske atmayacak bir biçimde gizlice çekip yurtdışına çıkardığı filmde rejimle sert bir yüzleşmeye girişiyor. Bunu yaparken........
© Artı Gerçek
