menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İntikam alınmadan barışılır mı?

36 1
23.06.2025

Birine kötülük yapıldığında, mağdurun kendisini savunmasını, kötülüğe karşı bir sınır koymasını bekleriz. Kendini savunma, yani meşru müdafaa, elbette anlaşılır ve haklı bir tepkidir. Ancak bu savunma, çoğu zaman özgürlük ve bağımsızlığın da kaybı anlamına gelir. Çünkü kişi, kendi arzusu doğrultusunda değil, maruz kaldığı kötülüğe tepki olarak hareket eder. Barbaros Şansal’ın sosyal medyada paylaşılan bir videosunda bunu çarpıcı bir biçimde gördüm. Bir kişi, Şansal’a hakaret etmiş, onu aşağılamış ve bu anı videoya alarak sosyal medyada paylaşmak suretiyle onu bir kez daha aşağılamayı denemişti. Psikanalist Renata Salecl (2000),” (Per)Versionen von Liebe und Hass” adlı eserinde hakaretin yalnızca bir aşağılamadan ibaret olmadığını, aynı zamanda mağduru belirli bir tepki vermeye zorladığını yazar. Yani, örneğin siz yalnızca kahvenizi içmek istersiniz; fakat biri gelir ve sizi bir eyleme, bir karşılığa zorlar. Böylece karar verme özgürlüğünüz elinizden alınır. Artık siz, kendi isteğinize göre değil, karşıdakinin tavrına göre konumlanmak zorunda kalırsınız. Kötülük bu dünyada vardır. Ve ne yazık ki kötü insanlar da. Bazıları, kendilerini mağdur hissedebilmek için bir başka kişiyi mağdur eder. Bazen kötülük sizi öyle bir davranışa zorlar ki, o an kendinizi koruma şansı bile bulamazsınız. Hiç beklemediğiniz bir anda, bir kafede otururken dahi saldırıya uğrayabilirsiniz. Bazen ise güç dengesi baştan bozuksa, örneğin taraflar arasında ciddi bir asimetri varsa, zayıf olan taraf, ötekini kızdırmamak için susar, sineye çeker. Ama işte bu “sineye çekme”, çoğu zaman sinede hazmedilemez. Bastırılmış öfke, içeride birikir ve zamanla katlanarak büyür. Bu öfkenin kökeninde çoğu zaman adaletsizlik vardır. Ve bu adaletsizliğin telafisi, kimi zaman intikam yoluyla olur. İntikam, yaşanan haksızlığı “düzeltmek” ister. Bu düzeltme çabası, haksızlık öncesindeki hâli –yani kişinin henüz mağdur olmadığı, henüz öfke duymadığı, henüz yaralanmadığı durumu– geri getirme isteğidir. Bu nedenle, failin yaşattığını ona yaşatmak, mağdurun zihninde bir denge kurar. Öfkesinden kurtulmak ve mağduriyetinden sıyrılmak için, mağdur bu kez fail olmayı göze alır. Diyelim ki biri beni yaraladı. Suçun kime ait olduğu çok açıktır. Ve ben, benzer bir ceza vererek içsel bir rahatlama ararım. Onu yaralayarak, o ilk dengenin bozulduğu noktaya dönmeye çalışırım. Fakat işte burada, ben de artık fail olurum. Nefret ettiğim failin konumuna geçerim. Ve genellikle, bu yeni failliğim –yani intikamla gelen failliğim– hem kendi içimde hem çevremde bir anlayışla karşılanır. Çünkü bu fail oluş, bağlamı içinde “haklı” gibi görünür. Ancak bu da gösteriyor ki, intikam, fail olmadan başarılamaz. Ve bu durum, psikoanalitik olarak, faille özdeşleşmenin en keskin ve en yaralayıcı biçimidir

İntikamların Eski halleri

Tarihte her intikam duygusu, dökülen kan intikama yol açmıyordu. Philipp Ruch, Ehre und Rache (2016) adlı eserinde, hukuk ile intikam arasında kurulan temel karşıtlığa dikkat çeker. Ona göre, "hukukun olduğu yerde intikam olamaz, intikamın egemen olduğu yerde ise hukuk var olamaz" (s. 253). Bu ifade, hukuki sistem ile intikamın dayandığı normatif yapıların birbirini dışladığını ortaya koyar. Ruch'a göre, tarih boyunca birçok örnekte grupların öfke ve intikamı "satın alabildiği" görülmüştür – Homeros'un anlatıları da bu duruma dair zengin örnekler sunar. Ancak dikkat çekici olan, Homeros'un anlatılarında kan davası (Blutrache) biçiminde bir intikamın yer almamasıdır. Bu, antik anlatılarda intikamın daha çok dengeleyici ve toplumsal ilişkilere entegre edilmiş bir unsur olarak var olduğunu düşündürür.

İnsanlar geçmişte intikamı rasyonelleştirerek duygusal borca ya da tazminata da dönüştürmüşlerdir. Ruch'un analizine göre, deliktik suçlara ilişkin borç çoğu durumda maddi yollarla çözülebilir (s. 288). Suçlu, işlediği fiilden kaynaklanan öfke, kin, adaletsizlik hissi ya da intikam arzusunu tazmin yoluyla "satın alır"; yani bu duygusal borçtan maddi bir ödeme ile kendini kurtarır. Bu durumda intikamın rasyonel hedefi, suçlunun cezalandırılması ya da rehabilitasyonu değil, şiddetin satın alınması, yani eylemin tazmin yoluyla telafi edilmesidir. Şayet failin maddi durumu böyle bir telafiyi mümkün kılmıyorsa –örneğin yoksulsa– bu durumda genelde kişi öldürülmez, toplumdan dışlanarak uzaklaştırılır (s. 291). Burada şiddet yalnızca cezalandırıcı değil, aynı zamanda düzenleyici ve dışlayıcı bir araç hâline gelir.

Ruch, intikamı dört ana biçimde sınıflandırır (s. 293):

Tazminata Yönelik İntikam: Suçun para ya da değerli bir hediyeyle telafi edilmesiyle şiddetin sona erdiği intikam biçimidir.

Öldürmeye Yönelik İntikam: Failin fiziksel olarak ortadan kaldırılmasına dayanan doğrudan şiddet biçimidir.

Yıldırmaya Yönelik İntikam: Gözdağı vermeyi, düşmanı sindirmeyi ve başkaldırıyı önlemeyi amaçlayan simgesel şiddet biçimidir.

Geliştirmeye Yönelik İntikam: İntikamın kolektif kimliğin pekiştirilmesi, birlik duygusunun artırılması gibi işlevlerle toplumu dönüştürücü bir araç olarak kullanılması.

İntikamın Esrikliği: Rausch Olarak İntikam

Bazı filmlerde tekrar tekrar karşımıza çıkan belirli bir intikam sahnesi vardır. Hikâye genellikle uzun süre intikam peşinde koşan esas oğlan etrafında gelişir – örneğin Cüneyt Arkın, Kadir İnanır gibi karakterler. Bu figürler, "iyi adam" olarak tanımlanır: merttirler, dürüsttürler, öfkelerini bastırırlar, zamanla biriktirirler; ancak içlerindeki bu öfkeyi, iyi kalmanın gereği olarak bastırırlar, erteleyerek taşırlar. İntikamı arzulamakla birlikte, doğrudan dile getirmez, adeta meşruiyet kazanmasını beklerler. Bu anlatılarda kötü adam ise karikatürize bir şekilde "mutlak kötülük" olarak çizilir: sürekli kalleştir, sürekli zalimdir, sınır tanımaz. Nihayetinde kaçınılmaz karşılaşma yaşanır: iyi adam ile kötü adam yüzleşir, bir tür düello sahnesi başlar. Bu finalde, iyi adam sonunda intikamını alır ama bunu yaparken her bir kurşunu bir gerekçeyle atar. "Bu kurşun anneme yaptıkların için," der. Ardından: "Bu da babamın kanı için," ve devam eder: "Bu da karıma yaşattıkların için." İntikam burada kişisel olmaktan çıkar, kolektif bir hesaplaşmaya dönüşür: "Bu da köylümüzün/mahallemizin çektiği çile için." Ve nihayet, sahnenin zirvesinde, son kurşun gelir: "Bu da benim için!"

Bu sahne, yalnızca bir öldürme anı değildir. Aynı zamanda intikam almanın verdiği coşku, esriklik, doyum ve neredeyse törensel bir kutlama hâlidir. İntikam, burada şiddetin arınmacı, dönüştürücü ve hatta haz verici biçimine dönüşür. Seyirci, bu sahnede yalnızca adaletin yerini bulduğunu değil, aynı zamanda bastırılmış kolektif öfkenin doyurulduğunu deneyimler.

Bu durum, Georg Bruns'un tanımladığı rausch kavramıyla doğrudan ilişkilidir. Bruns, Sehnsucht nach dem leichten Sein – Rausch als Transzendenzerlebnis (2002) başlıklı çalışmasında, insan deneyiminde sınır-aşan bir bilinç hâli olarak "rausch"un iki arketipik formundan söz eder: cinsel rausch ve saldırganlığa dayalı rausch (s. 74). Bu iki biçim, insanın etik, bilişsel ve bedensel sınırlarını aşarak geçici bir "kendinden geçme" hâli yaşadığı alanlardır. Rausch yalnızca bir "sarhoşluk" değil; aynı zamanda kimliğin askıya alındığı, benliğin geçici olarak dağıldığı bir bilinç hâlidir.

Bruns'un örneği olan Akhilleus, Troya........

© Artı Gerçek