Kafamda Baş-kentsel Dönüşemeyişler…
Yaşadığın kenti sevmek, yeri gelince onunla kavga etmeyi ve onun için kavga etmeyi de gerektirir. En azından kendi adıma bu böyle. Ankara'yı çok seviyorum; fakat son zamanlarda bu sevgi şehirde çok sık ve tekrarlı biçimde denk geldiğim sorunlardan sebep giderek büyüyen bir hayal kırıklığına dönüşmeye başladı.
Bir defa Ankara sıradan bir şehir değil. Burası, yalnızca Türkiye'nin başkenti değil; aynı zamanda Cumhuriyetin kurucu iradesinin ve bir modernleşme tahayyülünün, bir hafıza coğrafyasının taşıyıcısı... Bu kadar ağır bir tarihsel yükün, bu kadar iddialı bir kimliğin, elbette mimaride, kent estetiğinde, kamusal alanda da bir karşılığı olmalı. Ama maalesef, Ankara’nın bugünkü hali, bu kimliğe karşılık verebilecek bir kent tahayyülünden her geçen gün biraz daha uzaklaşıyor. Başkent olmak, sadece bürokrasiyi, devlet dairelerini, büyük bulvarları barındırmak değildir; takdir edersiniz... Bir şehrin başkentliği; aynı zamanda kültürel düzeyi, kamusal nezaketi ve estetik iddiasıyla da ölçülür. Ankara’nın ise bu verili nitelikleri her geçen gün biraz daha zayıflıyor. Dolayısıyla bu yazıda ben kendi gözlem ve tecrübelerimle, hiçbir Ankaralının inkar edemeyeceği türden bazı öne çıkan, göze batan sorunlarımızın sözcüsü olacağım.
Yaz mevsimi demek sevenleri için yalnızca deniz, kum, güneş, ısınan kemikler vesaire anlamlara gelebilir; ama metropoller adına konuşacak olursak, her açıdan hijyen problemi bu dönemde had safhada olur. Bir bozkır kenti olarak iklim değişikliği sayesinde artık yazları biraz olsun o eski akşam serinliğine hasret kaldığımız Ankara’da, üstelik merkezi yerlerde, çok ciddi temizlik ve hijyen sorunları mevcut. Neredeyse Mayıs ayından beri özellikle Tunus-Tunalı arası nereye........
© Anayurt
