Ceditçilik üzerine bir muhasebe
Türk dünyası, tarih boyunca geniş bir coğrafyaya yayılmış; dilleri, lehçeleri, gelenekleri ve inançlarıyla zengin bir ortak miras taşımış bir topluluk. Bugün bu dünyaya baktığımızda ise, tarihî bağların üzerinde yükselen büyük bir güç birliğinden çok, bölgesel kopukluklar ve kırılgan diplomatik ilişkiler görüyoruz. Geçtiğimiz hafta Ankara’da TBMM çatısı altında düzenlenen Uluslararası Ceditçilik Sempozyumu’nda dile getirilen “ortak uyanış” ve “üçüncü büyük çıkış” söylemleri, tam da bu noktada düşündürücü. Zira gerçekten bir uyanıştan mı söz ediyoruz, yoksa geçmişe romantik bir dönüş çağrısından mı? Şöyle bugünleri düşününce, eleştiriye açık sorgulamalar uyanıyor insanın kafasında…
Ceditçilik, 19. Yüzyılda Osmanlı ve Rus İmparatorluğu topraklarında yaşayan Müslüman toplumların modernleşme, yenileşme (ki “cedid” sözcüğü Arapça kökenli olup yeni anlamına gelir) ve kimlik arayışı olarak ortaya çıktığında öncelikle bir zihniyet değişiminin temsiliydi. İsmail Gaspıralı önderliğindeki Ceditçiler, medrese duvarlarının dışına taşıp Usul-i Cedit ile modern bilimi, laik eğitimi, kadınların kamusal varlığını ve basın-yayın özgürlüğünü savundular. Onlar için reform bir “Batılılaşma” değil, varlığını sürdürebilme meselesiydi. Kolonyal baskılara boyun eğmeyen........
© Anayurt
