Taraftar psikolojisi
Friedrich Nietzsche der ki: “İnsan, bir neden uğruna değil, bir aidiyet uğruna yaşar.”
Taraftarlık da işte tam bu aidiyetin, bu ruhsal köklenme ihtiyacının tezahürüdür. Doğduğun semtin takımıysa o, babandan miras kaldıysa, bir galibiyetle ilk kez baban sana sarıldıysa… O takım artık senin sadece sevdan değil, kimliğin olur. Bir nevi “biz” olma halidir bu. Renklerle, marşlarla, formayla örülen kolektif bir benlik.
Psikolojide buna “sosyal kimlik kuramı” denir. İnsan, kendini bir grubun parçası olarak tanımladığında; o grubun başarılarını kendi başarısı gibi yaşar, yenilgisinde kendi egosunu kırılmış hisseder.
Yani maç sadece sahada oynanmaz. Asıl maç, kişinin içinde oynanır. Bu yüzden bir penaltı kaçınca içimiz acır, bir gol atılınca gözyaşımız sel olur.
Ama işte tam burada, o “biz” duygusunun gölgesinde tehlikeli bir başka duygu belirir: “Onlar.”
Biz Galatasaraylıysak, onlar Fenerbahçeli; biz Beşiktaşlıysak, onlar düşmandır.
Bu ayrım bazen öylesine keskinleşir ki, rakip takımın formasını giyen bir çocuğun okulda dışlandığını, karşı takıma küfür........
© Analiz
