menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Netanyahu’nun uzun gölgesi: İsrail siyaseti nasıl radikalleşti?

12 0
20.11.2025

İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Tuğçe Ersoy Ceylan, İsrail siyasetinin 1996'dan günümüze nasıl giderek radikalleştiğini ve bu radikalleşmede "Netanyahu etkisini" AA Analiz için kaleme aldı.

***

İsrail, son yıllarda derin bir siyasal dönüşümden geçiyor. V-Dem Endeksi’ne göre İsrail artık liberal bir demokrasi olarak sınıflandırılmıyor. İsrail siyasi sistemi 50 yıl sonra ilk kez seçimli demokrasi seviyesine düşmüş durumda. Görece teknik görünen bu sınıflandırma düşüşü aslında hayati bir soruyu akıllara getiriyor: İsrail siyaseti nereye gidiyor?

İsrail siyasetinde belirgin bir şekilde liberalizmden uzaklaşma ve iktidarların siyasal yelpazenin sağa kayması gözlemlenmekte. Bu sürecin tohumları 1990’ların sonunda atılmaya başlandı. İsrail siyasetinin 1990’lardan 2025’e uzanan hattı ülkenin kurumsal liberal çerçevesinin daraldığı, sağ blok içinde aşırı sağın belirleyici aktör haline geldiği ve güvenlik söyleminin toplumsal kimliğe dönüştüğü bir radikalleşme sürecine işaret ediyor. Binyamin Netanyahu ise bu dönüşümün tartışmasız merkez figürü. Netanyahu’yu sadece bu radikalleşmenin içinden yükselen bir lider olarak görmemek gerekir onun aynı zamanda bu süreci hızlandıran, şekillendiren ve kalıcılaştıran bir siyasal mimar olduğunu öne sürmek yanlış olmayacaktır.

Netanyahu’nun 1996’da Başbakan seçilmesi, İsrail siyasetinde kritik bir dönüm noktası oldu. Bu zafer, Oslo Barış Süreci'ni yavaşlatıp ve ülkenin siyasal gündemini daha muhafazakar ve dini bir eksene kaydırdı. Bu kayışın merkezindeyse, Netanyahu’nun ultra-Ortodoks partilerle kurduğu ittifak vardı. Bu ortaklık devletin yapısına ve kurumlarına kadar uzanan derin etkiler yaratan bir yönelimdi. Bu süreçte din ve devlet ilişkisi yeniden tanımlandı, laiklik ilkesi aşındı ve sivil alanın kurumsal zemini daraldı. Eğitimden askerlik yükümlülüğüne, hukuk sisteminden kamu fonlarının dağılımına kadar pek çok alanda ultra-Ortodoks etkisi kalıcı hale geldi. Dolayısıyla, bu durum yalnızca siyasal denklemde bir koalisyon mühendisliği değil, devletin karakterinde sessiz ama keskin bir dönüşüm yaratmıştır.

Filistin meselesinin çözümü açısından ise Oslo sürecine dair kuşkular bu dönemde devlet politikasına taşınarak sağ tabanın “güvenlikte sertlik” talebinin ana akım haline gelmesiyle neticelendi. Nitekim İzak Rabin suikastının ardından oluşan kutuplaşmış atmosfer, müzakere fikrini zayıflattı. Netanyahu da suikast sonrası yaşanan toplumsal parçalanmayı bir ulusal yenilenme fırsatı olarak görmek yerine, bu kutuplaşmanın üzerine oturdu. Güvenlik söylemini merkezileştirerek, barış fikrini naiflik olarak kodladı. İşte bu siyasi ve toplumsal arka planda merkez ilk kez bu dönemde sağa kaymaya başladı.

İkinci İntifada'nın yarattığı........

© Anadolu Ajansı Analiz