menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Orta Doğu’da yeni bir güvenlik mimarisine doğru: Türkiye liderliğinde anti-revizyonist blok mümkün mü?

13 0
19.09.2025

Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Doç. Dr. Necmettin Acar, İsrail’in Doha’ya saldırısının ardından Orta Doğu’da yeni bir güvenlik mekanizması arayışını ve Türkiye’nin bu süreçte üstlenebileceği rolü AA Analiz için kaleme aldı.

***

İsrail’in Doha'ya saldırısı, Orta Doğu bölgesinin güvenlik mimarisindeki derin boşluğu bir kez daha gözler önüne serdi. Uzun yıllar ABD'nin fiili güvenlik garantilerine güvenen bölge ülkelerinin bu güvenlik garantilenin işlevsizliği karşısında yeni arayışlara yöneldiği bir dönemden geçiyoruz. Doha’da düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve Arap Birliği Olağanüstü Ortak Zirvesi'nde İsrail’i dengelemeye yönelik kararlı adım atılması gerektiği çağrıları bu arayışın en önemli göstergelerinden birisi olarak okunmalıdır.

Başta Körfez ülkeleri olmak üzere Arap ülkelerinin mevcut askeri kabiliyetleri ve kapasiteleri dikkate alındığında, İsrail’i dengelemelerinin mümkün olmaması güvenlik arayışlarında yeni yönelimleri zorunlu kılıyor. Dolayısıyla, geçmişte Sovyet revizyonizmine karşı bölge ülkelerinin oluşturduğu kolektif güvenliği de içeren askeri pakt deneyimleri, günümüz şartlarında yeniden anlamlı bir çözüm seçeneği olarak gündeme taşınabilir.

Bu bağlamda, Türkiye’nin dış politika tecrübeleri, bugünkü bölgesel türbülansı anlamak ve buna uygun stratejiler geliştirmek için önemli dersler barındırıyor. Geçmişteki Sadabat Paktı (1937) ve Bağdat Paktı (1955) tecrübeleri, Türkiye’nin güvenlik algısını, tehdit değerlendirmelerini ve ittifak stratejilerini şekillendiren iki kritik örnektir. Her iki girişim de esas itibarıyla, bölgede yeni kurulan ulus devletlerin iç istikrarını koruma ve dönemin en büyük dış tehdit algısı olan Sovyet yayılmacılığına karşı bir dengeleme stratejisiyle oluşmuştu. Bugün gelinen noktada, İsrail’in bölgesel revizyonizm politikaları sebebiyle benzer bir mantıkta ittifak girişimlerinin yeniden gündeme alınması kaçınılmaz görünüyor.

Türkiye, Orta Doğu’da 20. yüzyılın ilk yarısından itibaren, güvenlik siyasetini yalnızca ulusal sınırlarıyla sınırlı görmeyen, bölgesel ölçekte çözümler üretmeye çalışan bir yaklaşım benimsedi. Sadabat Paktı, Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında imzalanarak bölgesel istikrarı koruma amacı taşıyordu. Ardından gelen Bağdat Paktı ise Irak, Türkiye, İran, Pakistan ve sonrasında Birleşik Krallık’ın da katılımıyla daha kurumsal bir güvenlik şemsiyesi işlevi gördü. Bağdat Paktı'na özellikle Pakistan’ın eklemlenmesi, bu paktı yalnızca Orta Doğu değil, aynı zamanda Güney Asya güvenliği açısından da önemli bir hale getirmişti. Bu tarihsel miras, Türkiye’nin güvenlik stratejisinde çok taraflı savunma işbirliği düşüncesinin yabancı bir konsept olmadığını açıkça gösteriyor.

Soğuk Savaş sonrası dönemde Türkiye’nin güvenlik politikası uzun süre PKK/YPG terör örgütü, Suriye iç savaşı ve Doğu Akdeniz’deki gerilimler bağlamında şekillendi. Ancak İsrail’in 7 Ekim sonrası giderek sertleşen saldırganlığı yalnızca Filistin meselesiyle sınırlı kalmayan, bölgesel statükoyu yeniden dönüştürmeyi hedefleyen bir boyuta ulaştı. Lübnan’da Hizbullah’ın silahsızlandırılması........

© Anadolu Ajansı Analiz