Hikâyelerim Öldü mü?
İnsan, anlatamadığı hikâyelerin gölgesinde ne kadar yaşayabilir?
Günün birinde, bir metro istasyonunda gözlerini ekrana dikmiş insanların arasında otururken, aklınıza düşüverir bu soru. Birinin kahkahası, bir çocuğun elindeki oyuncaktan yükselen mekanik sesler, bir reklam panosundaki "mutluluk vaadi"...
Hepsi birer cümle, ama hiçbiri bir hikâye değil.
Peki ya bizimkiler?
Çocukken büyükannemizin dizinde dinlediğimiz masallar, ergenlikte tuttuğumuz günlüklerde saklı heyecanlar, yetişkinliğin yorgun akşamlarında anlatacak kimseyi bulamadığımız iç monologlar...
Onlar nereye gitti?
Dijital çağın en büyük paradoksu, sonsuz iletişim vaadiyle gelen derin bir yalnızlık. Her gün milyarlarca tweet, story, reel…
Ama çoğu, bir balonun patlaması kadar kısa ömürlü. Bir arkadaşınızla iki saatlik bir yürüyüşte, cebinizdeki telefon titrediğinde, göz temasınızın nasıl bölündüğünü hatırlayın.
Hikâyeler, dikkat ister. Oysa biz, dikkat süremizi bir TikTok videosunun ritmine teslim ettik.
O zaman soralım! Hikâyelerimiz öldü mü?
Bugünse ekranların ardına saklanıyoruz. Anlatmak yerine paylaşıyoruz. Duyguyu değil, sonucu önemsiyoruz. “Ne oldu?” diye soruyoruz, “Nasıl hissettin?” değil.........
© Akasyam
