Silva Bingaz ile ‘Opus 3c’: Görünmeyenin ve kaydedilmeyenin izinde
AYLİN VARTANYAN
Fotoğraf sanatçısı Silva Bingaz’ın ‘Opus 3c’ başlıklı sergisi 17 Şubat’ta Öktem Aykut Sanat Galerisi’nde açıldı. Bingaz’ın 2017’de Letonya’da çektiği fotoğrafların yer aldığı sergi, 2002’de İstanbul’da, Yeşilköy’de başladığı ve “kendi kişisel fotoğraf yolumun omurgası” olarak nitelendirdiği ‘Kıyı’ adlı çalışmasının üçüncü ayağını oluşturuyor. Sanatçı, serinin ilk sergisini 2007’de açmış, ardından 2010’da, Japonya’da bir misafir sanatçı programına davet edilmiş ve oradaki çalışmalarının ürünü olarak ‘Japan Coast’ başlıklı bir kitap yayımlamıştı.
Bingaz’ın fotoğrafları, klasik anlamda ‘fotoğraf çekmenin’ (bir imgeyi yakalayıp götürmenin) ötesinde bir eylem. Siyah-beyaz ağırlıklı kareleriyle, imgeler ile gözler arasındaki ilahi buluşma ânını, olabilecek en samimi şekilde, sonsuz bir anlatıya tercüme eden Bingaz’la, yeni sergisinden hareketle, ‘doğurma, bilinmek istenmeyen ve kaydedilmeyeni var etme’ eylemini kayıt altına alma süreçlerini konuştuk.
Serginin adı, ‘Kıyı’ yolculuğunun üçüncü adımı olduğu için mi ‘Opus 3c’ oldu?
Evet. ‘Kıyı’, 2002’de başlasa da sıralamada benim üçüncü projemdi; öncesinde ‘Evde Değilse Nerede?’ ve ‘Beyan’ adlı işlerim var. ‘Opus 3c’, üçüncü işimin üçüncüsü anlamına geliyor. Letonya’da, bir bestecinin kafasındaki notaları kâğıda dökmesi gibi bir his yaşadım. Baştan sona kafamda olan bir müzik vardı ve onu partisyonlarıyla notaya dönüştürüyor gibiydim. Tüm partisyonları, herhangi bir düzeltmeye ihtiyaç duymayacağım şekilde yazacağımı da sanki biliyordum. Süreyi kendim belirlemiştim: Üç hafta. Yani üç haftada yazılacak bir beste. Bu seri, emeği görünmeyen ve kaydedilmeyen, poetikası yok sayılan annelik rolü ilgili partisyonu yükselen bir volümle çalar. Kafamdaki senfoninin diğer partisyonları da, ana partisyondan rol çalmadan, kendi varlıklarıyla ona eşlik ederler. Öktem Aykut’un kurucularından sevgili Tankut’a bu müzikal referanstan bahsettiğimde, serginin adını onunla bulduk. ‘Opus 3c’de yeni bir şey denedim. Sergi alanında birçok separatör var. Bu separatörlerin birinin yüzeyinde bir başka fotoğrafçı oluyorum – fotoğraf tarihinde kült bir etki yaratan, döneminde herkesin onun gibi fotoğraf çekmeye çalıştığı, benim de çok sevdiğim Ed van der Elsken...
Letonya daveti, fotoğrafları çektiğin mekânlar ve kıyıdaki kadınlarla nasıl bir araya geldiğine dair biraz bilgi verebilir misin?
Letonya’ya ilk kez 2017’de, fotoğraf çekmek üzere gittim, üç haftalığına gittim. Letonya’yı seçmemin sebepleri, aslında pek de Letonya’yla ilgili değil. Hem kendimi daha güvende hissedebilmemi hem de başkalarının bana güvenmesini sağlayacak bir bağlantı kurmak, bu seçimdeki ilk motivasyonum oldu. İhtiyaç duyduğumda ekonomik olarak yer değiştirmemi sağlayacak olanaklar ve bir kadın fotoğrafçının rahat davranabileceği moderniteye sahip olması da bu seçimi yapmamı kolaylaştırdı.
Yaz dönümü kutlamalarını kaçırmamak için biraz aceleyle gittim Riga’ya. Ama bu kez, daha önceki fotoğraf seyahatlerimden farklı olarak, bir anne olarak, toplumsal annelik rolünü sorgulamayı daha fazla istiyordum. Gitmeden önce, oradaki tek bağlantım olan Julia’ya gönüllü olarak bana yardımcı olacak kişilerle, özellikle de çocuklu kadınlarla tanışmak istediğimi yazmıştım. Julia, benim için yaptığı duyurudan sonra, birkaç kişinin benimle tanışmak istediğini söyledi. İlk etapta tanıştığım kişilerden sonuncusu, fotoğrafla yakından ilgilenen, çocuklu........
© Agos
