Bir üstünlüğün anatomisi: İstanbul Ermeniliği
TALİN SUCİYAN
İmparatorluklar başkentinde doğmuş olmanın, gözlerden itinayla kaçırılan, şiddetle ve zorla yakından ilgili bir tarafı vardır. Çünkü kimse imparatorluk başkentine öyle elini kolunu sallayarak gelemez; ya çok ayrıcalıklı olacaksınız yani kuşaklar boyu üstünlük içinde yüzüyor olacaksınız, ki bu başkalarına karşı zor kullanmış olmanızı da içinde barındırır, ya da mecburen gelmiş, getirilmiş olacaksınız.
İmparatorluk başkentinde olmanın üstünlüğü, başkente gelme, başkentte kalma hikâyesinin önüne geçer ve ânında o kişi hakkında müthiş bir ayrıcalığa işaret eder. İmparatorlukların başkentleri diğer bölgelere göre her zaman ayrıcalıklı, kapitalist ekonomilerin ve gücün merkezi oldukları için, güç sahipleriyle aynı havayı solumak, o şehrin zengin ya da fakir tüm sakinlerine neredeyse prestij hâlinde bölüştürülen bir üstünlüğe dönüşür. Size prestij sağlayacak bir işiniz olmayabilir, hatta işsiz, güçsüz ve sınırsız sorumsuz olabilirsiniz, ama İstanbullusunuzdur.
Ermenilerin İstanbul’a gelişleri, gerek Bizans döneminde gerek Osmanlı döneminde gücün merkezinde bulunanların, hükmedenlerin iradesiyle olmuştu. Celali isyanlarından batıya doğru kaçan Ermeniler İstanbul’a yakın yerlere yerleşmişlerdi ama İstanbul, kapılarını öyle kolay kolay açmamıştı. 19. yüzyılda kavarlı [İstanbul dışında, özellikle de doğu vilayetlerinde, ‘yergir’de yani memleketlerinde yaşayan] Ermeni erkekler gelebilmişti başkente – ucuz gündelik işçi olmaya, hamal olmaya, fırıncı olmaya… 20. yüzyılda ise, felaketlerin sonrasında kısa aralıklarla, katliamlardan, sürgünlerden kurtulan kadınlara ve........
© Agos
