Bir performatif idol olarak İstanbullu Ermeni kadın
TALİN SUCİYAN
Bir önceki yazımda İstanbullu Ermeni olmanın tarihsel üstünlüklerinden bahsetmiştim. Bu yazıda, kadınlar açısından İstanbullu Ermeni olmanın ne demek olduğunu tartışmak istiyorum biraz.
Babam hep annemin misafirperver olmamasından, evimizin kendi baba evindeki gibi misafirlerle, aile üyeleriyle dolup taşmamasından, sofralar etrafında buluşuyor olmamamızdan şikâyet eder, bunu annemin çalışan bir kadın olmasına bağlardı ve her fırsatta bunun kendisinde yarattığı hoşnutsuzluğu dile getirirdi.
Şimdi düşünüyorum da, annem gerçekten de, tanıdığım birçok Ermeni kadının aksine, isim günlerinde, bayramlarda, özel günlerde yemekler düzenlemeyi sevmez, komşulara –vefatına yakın bir iki denemesi hariç– kahveye gitmez, kâğıt oynamaz, arkadaş toplantılarını yılda bir-iki ile sınırlı tutardı. Yani babamın İstanbullu ailesinin bu konudaki beklentilerinin hiçbirini karşılamaz ve bundan rahatsız olmaz, bayramlarda yapılması şart olan yemekler silsilesinden kendi yapabildiklerini seçer, gerisini görümcelerine bırakırdı.
Annem, annesine benzerdi. Annesi Erzurumluydu ve benim tanık olduğum dönemde, anne tarafından akrabaları varoluş derdi içindeydi. İstanbulluların tersine, felaket üzerine felaket yaşamış, hastalık, yokluk, yalnızlık, çaresizlik görmüşlerdi. Annemin kimseyi eğlendirecek hali yoktu. O ancak en yakınlarına sahip çıkmayı kendine görev edinmişti; onlar için elinden geleni yaptı. Bir çocukluk arkadaşım bana, annemin pazar günleri bütün bir hafta için yemek pişirmesinden, sistematik olarak çalışmasından çok etkilendiğini anlatmıştı.........
© Agos
