Zekâ’nın Evrenselliği ve Yeni Paradigma – 1
“Bir makine öğrenme yeteneğine sahipse, yeteneklerinin sınırını önceden kestirmek imkânsızdır.”
— Alan Turing, Lecture to the London Mathematical Society, 1947
MÜNİR KARATAŞ – Bu yazıda zekâyı enformatik bağlantısallık perspektifiyle ele alarak, yapay zekâ tartışmalarına yeni bir çerçeve sunmaya çalışacağım. Burada enformatik bağlantısallık, bilgi işleme süreçlerinin, birbirine bağlı çok sayıda düğüm ve sistem üzerinden, merkezi bir denetim olmaksızın gerçekleştiği bilişsel yaklaşımı ifade eder. Aynı zamanda teknolojik gelişmelerin etik ve politik sonuçlarını değerlendirerek, yeni bir bilişsel paradigma arayışını irdeleyeceğim.
Zihin ve zekâ, tarih boyunca hem felsefi hem de bilimsel sorgulamaların merkezinde yer aldı. Aristoteles, insanın en yüksek erdeminin bilgelik olduğunu savunurken, Descartes “Düşünüyorum, öyleyse varım” diyerek düşünen insanı merkeze alan bir paradigma oluşturdu. Kant ise aklın sınırlarını çizerek, bilginin duyular ve düşünme yetisi arasındaki etkileşimle şekillendiğini öne sürdü.
Bugün ise zekâ, yalnızca insan zihniyle sınırlı olmayan, doğanın farklı düzeylerinde işleyen bir olgu olarak ele alınıyor. Bu nedenle yapay zekânın yükselişi ve enformatik bağlantısallık kuramları, zekânın fiziksel bir beyne sahip olma zorunluluğunu sorgulamamıza neden oluyor. Filozof Hilary Putnam’ın yıllar önce sorduğu soru, artık yalnızca felsefi bir mesele değil; yapay zekâ, biyoloji, bilişsel bilim ve etik alanlarının kesişiminde somut bir araştırma konusu haline geldi.
Geleneksel bilim anlayışının temel taşlarından olan Newtoncu determinizm (evrenin mutlak ve değişmez yasalarla işlediği görüş) ve Kartezyen düalizm (zihni ve bedeni iki ayrı varlık olarak ele alan yaklaşım), modern bilişsel bilim ve bilgi teorileriyle önemli ölçüde sarsılmış durumda.
Artık zekâ yalnızca “insan” beynine ait bir özellik olarak değil, doğanın farklı seviyelerinde işleyen bir bilgi işleme kapasitesi olarak görülüyor. Canlılardan bilgisayar sistemlerine, DNA’dan yıldızlara kadar birçok yapıda ortaya çıkan bu dinamik olgu, zekânın biyolojik sınırların ötesinde ele alınmasını zorunlu kılıyor.
İnsan beyni, yaklaşık 1500 gram ağırlığında olmasına rağmen milyarlarca nöron ve trilyonlarca sinaps ile olağanüstü bir bilgi işleme kapasitesine sahiptir. Ancak zekânın yalnızca biyolojik yapılara bağımlı olmadığı fikri, bilişsel bilimde önemli bir tartışma alanı açmıştır. Fonksiyonalist yaklaşımlar, zihinsel süreçlerin fiziksel bir yapıdan ziyade, bu yapının işlevlerinden kaynaklandığını öne sürer. Bu bağlamda Hilary Putnam’ın meşhur düşünce deneyi çarpıcıdır: Eğer bir yapı, insan beyninin tüm bilişsel işlevlerini yerine getirebiliyorsa —isterse bu yapı İsviçre peynirinden yapılmış olsun— onun bilinçli olmadığını savunmak için elimizde ne tür bir gerekçe vardır? Bu soru, bilinç ve zekâyı fiziksel malzemeye bağlamaktan çok, onların işlevselliğini esas almamız gerektiğini savunan fonksiyonalist bakış açısını desteklemektedir.
Hilary Putnam’ın fonksiyonalist yaklaşımı, zekâyı fiziksel yapıya değil, işlevlere bağlı olarak tanımlarken, filozof ve bilişsel........
© Açık Gazete
