Tembellik Hakkı Yeniden: Çalışmanın Gerçek Değerini Nasıl Tanımlarız?
Paul Lafargue, 1883 yılında yayınlanan Tembellik Hakkı adlı eserinde, sanayi devriminin dayattığı uzun çalışma saatlerini ve emeğin kutsanmasını sert bir dille eleştirerek, insanın yalnızca çalışmak için yaratılmadığını savunur. Ona göre, kapitalist sistemin üretimi ve verimliliği mutlak bir değer olarak yüceltmesi, insan doğasına aykırıdır. İnsan yalnızca üretmek için var olan bir makine değil, aynı zamanda dinlenme, keyif alma ve kendini gerçekleştirme hakkına sahip bir varlıktır.
Henry Ford, 1926 yılında fabrikalarındaki çalışma saatlerini haftada 48 saatten 40 saate düşürdüğünde, bu karar büyük yankı uyandırmıştı. Kapitalizmin çalışma etiği göz önüne alındığında bu oldukça şaşırtıcıydı, ancak Ford’un amacı üretkenliği arttırmaktı. Beklenenin aksine, işçilerin daha kısa sürede daha verimli çalıştığı gözlemlendi. Bu, verimliliğin uzun saatler çalışmaya bağlı olmadığı, aksine dinlenme ve boş zamanın üretkenliği artırabileceğini gösteren erken dönem ilginç kanıtlarından biridir.
Bugünün “Hustle Culture” anlayışı ise, daha fazla çalışmanın her zaman daha iyi sonuç verdiğini öne sürerken, Ford’un deneyi ikinci sanayi devrimi diye adlandırılan dönem de bile tam tersini kanıtlamıştı.
Günümüzde çalışma kültürü Lafargue’un eleştirilerini haklı çıkaran bir boyuta evrildi. Artık yalnızca çalışmak değil, çalışıyormuş gibi görünmek de zorunluluk haline geldi. “Meşgul görünme” baskısı bireyleri yalnızca fiziksel değil, zihinsel olarak da tüketiyor. Kapitalist düzen, sürekli üretmeyi ve performansı yücelterek, bireyleri işin kendisinden çok üretkenlik izlenimi yaratmaya yönlendiriyor. Dijital çağın getirdiği hustle culture baskısı, sosyal medyanın üretkenlik illüzyonunu nasıl beslediği ve yapay zekânın iş hayatına entegre olmasıyla ortaya çıkan yeni çalışma biçimleri, modern çalışma anlayışındaki çelişkileri daha da görünür kılıyor. Şöyle ki;
Üretkenlik: Çalışmaktan Çok, Çalıştığını Göstermek
Özellikle sosyal medya platformlarında yayılan hustle culture, artık sadece bir çalışma biçimi değil, adeta bir kimlik haline gelmiş durumda. İş dünyasında çalışanlar ve girişimciler, işin kendisinden çok, çalışıyormuş gibi görünmenin stratejilerini geliştiriyorlar. LinkedIn, Slack ve Zoom gibi uzaktan çalışma araçları, bireylerin her an aktif, ulaşılabilir ve üretken olmalarını adeta zorunlu kılarken, bu platformların kullanımı bile yeni bir performans alanına dönüşüyor. Artık gerçekten çalışmaktan çok, çalıştığını göstermek bir hayatta kalma stratejisine dönüşmüş durumda.
Bu durumun en belirgin yansımalarından biri, sosyal medyada paylaşılan iş rutinleri. Sabah 6’da uyanıp soğuk duş almak, meditasyon yaparak güne başlamak, detaylı yapılacaklar listeleri oluşturmak ve bunları Instagram veya Linkedin’de paylaşmak, üretkenliğin bir tür sosyal gösterisi haline geldi. “Bugün kendim için ne yaptım?” veya “Başarıya giden yolda atılan küçük ama önemli adımlar” gibi klişeleşmiş başlıklarla yapılan paylaşımlar, genellikle içeriği zayıf ama görsel olarak etkileyici gönderilere dönüşüyor. Gerçek verimlilikten çok, çalışma kültüne aidiyet göstermek esas mesele haline geliyor.
Psikologlar tarafından yapılan bazı deneyler, bir çalışanın ne kadar üretken olduğu yerine ne kadar meşgul göründüğünün algıyı nasıl etkilediğini ortaya koydu. Bir deneyde, bir grup katılımcıya iş yerinde sürekli e-posta yazan, toplantılara katılan ve her an yoğun gözüken çalışanların performansı hakkında sorular soruldu. Çoğu katılımcı, bu kişileri daha başarılı ve çalışkan olarak değerlendirdi. Oysa gerçekte bu bireylerin somut bir çıktı üretmediği tespit edildi. Bu durum, hustle culture ve üretkenlik illüzyonunun psikolojik temellerini anlamak açısından oldukça önemli bir bulgu niteliğinde.
Modern Ofis Hayatı: Gerçek Üretkenlik mi, İllüzyon mu?
Modern ofis yaşamında da bu sahte üretkenlik anlayışı kendini gösteriyor. Artık iş süreçleri, gerçek üretken olmaktan çok, meşguliyet izlenimi yaratma üzerine kurulu. Örneğin, Zoom toplantılarında belirli aralıklarla “Bu çok doğru bir nokta.” veya “Bu konuda daha derinlemesine çalışmalıyız.” gibi genel geçer ifadeler kullanmak, kişinin toplantıya aktif bir katkı sunduğu izlenimi yaratıyor. Oysa çoğu zaman bu cümlelerin arkasında gerçek bir içerik yok. Benzer şekilde, e-postalara otomatik yanıtlar eklemek ya da gereksiz uzunlukta raporlar hazırlamak, çalışma kültüründe üretkenliğin değil, meşguliyetin ödüllendirildiğini gösteriyor. Gerçek üretkenlik ile üretkenlik gösterisi arasındaki çizgi giderek belirsizleşiyor.
Günümüz dünyası, bireylerin yalnızca iş yapmasını değil, üretken olduklarını sürekli olarak kanıtlamasını da bekleyen bir sistem inşa etti. Artık çalışma, yalnızca bir geçim kaynağı ya da mesleki tatmin aracı değil, bireyin kimliğini ve toplumsal statüsünü belirleyen bir performans alanına........
© Açık Gazete
