menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kralların Ölümü (Bir Başka Tarih)

32 0
18.02.2025

“Sevmeye cesaret edemediğin aşklara, yaşamaya cesaret edemediğin hayatlara dair…”

İnsan hayatı üç önemli kötülük ile şekillenmiştir: Güç arayışı, aç gözlülük ve kıskançlık. İnsanlar, önce gücün ne olduğunu keşfettiler. Güç, başkalarına kendi istediğini yaptırabilmek, hükmetmek demekti. Güç, insanı yoldan çıkartır; mutlak güç (otoriterlik) ise insanı saptırır. Albert Einstein’ın dediği gibi, tarih boyunca güç daima ahlaken düşük insanları cezbetmiştir. Geçmişte krallar, kendilerini Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi ilan ettiler; kişisel hırsları için insan hayatını hiçe saydılar. Dünyada bütün olaylar, açlık ve aşk tarafından yönetilir. Eski krallıklar tarihe karışsa da bugün otoriter devletlerin zulmedici kolu altında yaşarken gene aynı tarihi kavşaktayız: Başka insanları ve sevilmeyi umursamamak, herkesi sevmek ve istediğimiz hayatı yaşayabilmek.

Bir kral savaşta galip gelince diğerinin tebaası kendisine katılırdı. Hükmedilenler, bir şekilde adapte olmak, yaşamanın bir yolunu bulmak zorundaydı. Kralların hayatı genellikle savaşlar, entrikalar ve hastalıklarla geçerdi. İşi, gücü ve düşmanı olmayan bir kral bulmak nadir rastlanan bir durumdu. Böyle bir kral ise yeni bir saray yaptırır, ava çıkar, kendine tapınak bir mezar yaptırırdı. Mısır’da 10 yaşında iken tahta çıkan kral III. Amenhotep’in (M.Ö. 1386-1349) çok boş vakti vardı. III. Amenhotep, çıktığı avlarda 102 aslan öldürmüştü. Memphis’te kendisi için bir tapınak ve Nil boyunca başka tapınaklar inşa etti. Ayrıca fark gözetmeksizin bulabildiği tüm prenseslerle evlendi. Kadınlar, sadece siyaseten değil zevk için de isteniyordu.

Amenhotep, Batı Sami topraklarının en güney ucuna göz kulak olan Gazze Valisine gönderdiği bir tablette şöyle der:

“Bunu, ….. güzel kadınlar getirmesi için sana (saray görevlisi) gönderdiğimi bildirmek için gönderiyorum. Toplam 40 kırk kadın; her biri 40 gümüş değerindedir. Çok güzel kadınlar gönder ama hiçbirinin sesinin tiz olmadığından emin ol. Bunun üzerine efendin kral sana ‘Bu çok iyi’ diyecek.”

Kendinden zayıf olan Anadolu’daki Hitit, Mitanni ve Tuşratta krallarının kız kardeşleri ve kızlarını da hareme toplamıştı. Hitit kralı kızını kendi teklif etmişti çünkü halkı açtı, tahıl depoları boştu. Amenhotep, aynı taktiği Babil kralına da uygulamıştı ama karşılığında kendi kızını vermeyi kabul etmemişti. Amenhotep, ittifak kurmak için pazarlık edebilir, dümen çevirebilir ama müttefiklerinin aşağılık olduğunu asla aklından çıkarmazdı.

Savaşlar dışında kralları ayakta tutan kalleşlikler ve entrikalardı. Kralı devirecek ya da devirmeyi düşünen yeni kral olma heveslisi, genellikle kralı iyi izleyen, yakınlarında bir yerde olandı. Krallığın ideolojisi ya din ya da nefretti. Kralların gücü sevgiye değil, korkuya dayanıyordu. Zafer geldiğinde kral şöyle derdi: “Hainler olmasa işimiz ne zor olurdu.” Güç insanların inandığı yerde durur; güçlü görünmek bir kandırmacadır. İşin sırrı, boğazınıza bıçak dayanmadan önce kendi bıçağınızı göstermemekti. Her şeyin güce, korkuya ve entrikaya dayalı olduğu bu dünyada ne kadar çok severseniz, o kadar zayıf olurdunuz. Geçmişteki kültürlerin çoğu, er ya da geç, onları tarihin çöplüğüne gönderecek acımasız imparatorluklara yem oldu. Tarih dediğimiz aslında kanlı bir geçmiştir: Savaş, şiddet, işkence, katliam, zorbalık ve felaketler…

Savaşlar kimin haklı olduğunu değil, güçsüz olduğunu ortaya çıkarmak içindi. Bütün sınırlar silahların gölgesinde çizilmiştir. Tarihteki en önemli olaylara, kargaşa ve cinnet anları, güçlü olanların çirkin yanları, kavgalar ve katliamlar eşlik eder. İmparatorlar ve krallar çoğu zaman halklarını yönetme becerisinden mahkûmlardı, hatta halkları için bizzat tehlike arz ediyorlardı. Tarih boyunca insan hayatı oldukça kısaydı. Feodal yaşam içinde insanlar barış zamanı çiftçilik yaparak vergilerini öder, savaşta da kral ya da padişah için ölürlerdi. En çok korkulan idam cezaları idi. Bu makalede kralların güç arayışını, kurdukları düzenin girdiği yozlaşma sürecini, felaketleri, bilge kralları, tarihin içinden örneklerle açıklayacak ve bugünün dünyasındaki güç ve yönetim yozlaşmasına ilişkin sonuçlar çıkarırken, insanların yeni bir hayata ve aşka başlamak için hâlâ cesaretlerinin olmadığı konusunu işleyeceğiz.

Krallık, genellikle “monarşi” olarak adlandırılır çünkü bu yönetim şeklinde bir kişi evlilik ya da doğum yolu ile unvanını başka birine miras bırakabilir. Bu yüzden, krallıklar bazen bir kraliçe tarafından yönetilir. Kraliçe Victoria (1837-1901) ve Kraliçe Elizabeth II (1952-2022) İngiliz tarihinde öne çıkan kraliçeler arasındadır. Ancak, bu kral değişikliği her zaman yumuşak bir geçişle taç giyerek ya da olması gerektiği gibi olmaz. Bazen kralın oğlu taç giyemeyecek kadar küçük yaştadır. Bu durumda hazır olana kadar bir naip atanır. Kralın veliahdı olacak bir erkek çocuğunun olmaması en büyük sorundur. Böyle bir durumda diğer kan bağı olan amcalar, kuzenler birbirini bertaraf etmek için çoktan müttefiklerini oluşturmuş, suikast planlarını yapmışlardır. Taca rakip olan hemen hemen bütün kuzenler ya öldürülür ya da Bizans’ta olduğu gibi kızgın demirle gözlerine mil çekilip kör edilerek zindana hapsedilirdi.

Etrafta pek çok prens, kont veya şövalye kral olmak için pusuda olurdu. Bunun için paranızın olması ve bir planınızı gerçekleştirecek bir ordu kurmanız ya da sarayın içinden birileri ile iş birliği yapmanız gerekirdi. Kral ya da unvan sahibi olmak istiyorsanız elinizi kana bulaştırmalıydınız. Kralı öldüren genellikle merhamet ettiği biri olmuştur. Onurlu davranmak genellikle işe yaramaz. Taht oyunu oynuyorsanız ya kazanırsınız ya da ölürsünüz; ortası yoktur. Kralın en iyi dostu koltuğu, kılıcı ve atı idi. Güvenliğini sağlamanız gereken bir halk, tüccarlar, çiftçiler, köleler vardı. Sağlam bir hapishane kurmalıydınız. Güçlü bir ordu olmadan yaşayamazdınız; düşmanlarını erkenden haber verecek ve izleyecek bir casus ağı mutlaka olmalıydı. Yaşamak ve topraklarınızı korumak için korkulan bir hanedan olmak zorundaydınız.

Çok değişik fırsatlar size krallığı getirebilir. Çin’de Shang hanedanından (M.Ö. 1766) Tang’in en güçlü yöneticisi Yi Yin olağanüstü yemekler yaptığı için yükselmişti. 1087’den beri İngiltere’nin kralı olan II. William avlanırken, avcı grubu içindeki Walter Tyrell adlı bir avcı tarafından yanlışlıkla geyik yerine vuruldu ve avcı korkudan atına atlayıp hemen kaçtı. Onun kaçışı kimsenin umurunda olmadı, kimse de onu takip etmedi. O gün grubun içinde olan II. William’ın kardeşi Henry, Londra’ya dönüp tahta oturdu. Tarih, 5 Ağustos 1100 idi. Aslında tahtın varisi o değildi, yanlış adam tahta çıkmıştı. Tahtın varisi Normandiyalı Dük Robert, I. Haçlı Seferi’nin dönüş yolundaydı. Henry, hem Normandiya’yı istila etti hem de Robert’in bitik ordusunu mağlup etti. Henry, kuvvet ve gaspla hem İngiltere kralı hem de Normandiya Dükü oldu.

Haçlı Seferi ideali o kadar sulanmıştı ki her türlü biçim ve tanımı kaybetmişti. Papa, bazen de çok güçlü bulduğu bir kralı zayıflatmak için onu Haçlı Seferi’ne gönderiyor, o seferde iken korumasız topraklarının başka birinin eline geçmesine göz yumuyordu. Avrupa’nın her yerinde Papa’nın inayetini bekleyen ya da Papa’nın görevlendirmesiyle oraya buraya saldırarak kendine krallık kurmak isteyen pek çok fırsatçı kont vardı. 11. Yüzyılda Haçlı seferleri ile Hıristiyanlığa hizmet etmek görüntüsü altında Papa ile pazarlık içinde iktidar peşinde olmak ya da Tanrı Krallığını genişletmek bahanesi ile Slavlar gibi Hıristiyan olmayan kabilelere saldırmak, krallık kurmanın bir yolu olmuştu.

1208 yılında Fransa Kralı Philippe ile imparator olarak adlandırma rekabeti içinde olan Alman Kralı IV. Otto, yanına Fransızlardan Normandiya’yı geri almak isteyen Uzun Kılıç John’u çekmişti. Fırsatçı Flandre Kontu da onlara katılmıştı. Philippe’in yanında ise Alman krallığında gözü olan Sicilya kralı Friedrich vardı. Philippe, Otto’nun İtalya’daki topraklarını Papalığa vermeyi reddetmesi üzerine III. Innocentius tarafından aforoz edilmişti. 24 Temmuz 2014 tarihinde Lille yolu üzerinde Bouvines Köprüsü yakınlarındaki savaşı Philippe kazandı. Friedrich, Otto’yu Almanya’ya kadar kovaladı ve tahtı sahiplendi. Flandre Kontu, hapse atıldı ve 12 yıl boyunca Louvre’daki hapiste kaldı. Yenilgi haberi ulaştığından Uzun Kılıç John şunları söyledi: “Tanrı ile barıştığımdan beri vay halime! Hiçbir işim rast gitmedi.”

İngiltere ile yapılan utanç verici bir anlaşmadan sonra John artık Manş Denizi’nin ötesine geçmedi. İngiliz kralı Gaspçı Henry (1068-1135), sadece krallığın tüm topraklarına değil, ülkesindeki kiliselerin topraklarına da göz dikmişti. Papa II. Pachalis onu uyardı: “Topraklar, imparatorlar ve krallara değil sadece Tanrı’ya aittir.” Söz konusu olan kiliselerin ve papalığın serveti ve gelir kaynakları idi. Henry’nin selameti için bunu kabul etmesi gerekirdi. Yoksa Papa, kralı aforoz edebilir, onun Kilise’den, ayinler ve kurtarıcı güçlerden çıkarıldığını ilan edebilirdi. Hatta İngiltere’yi tümüyle enterdi (yasaklanmış) kabul edebilirdi. O zaman kiliseler kapanır, haçlar siyah kumaşlar ile örtülür, ölüler kutsanmamış toprağa gömülür; mas, evlilik ve çan olmazdı.

1318’de Fransa Kralı V. Philippe, verdiği sözü yerine getirmemiş, üst üste beşinci yıl bir türlü Haçlı Seferi’ne çıkamamıştı. Sorun hem lojistik hem de ülkenin içinde bulunduğu sıkıntılı durumla ilgiliydi. Taç giymesi, ciddi biri kıtlığın olduğu soğuk bir yıla denk gelmişti. Hâlâ, fırtınalar ve sağanak yağmurlar ve en sert dayanılmaz soğuklar devam ediyordu. Halk açtı. Saldırgan çobanlar taşrayı kasıp kavuruyordu. Aniden ortaya basit insanlardan oluşan, öndersiz bir grup çıktı. Onlara haydutlar ve kanun kaçakları eklendi. Yağma, öncelikle papazları ve manastırları hedef aldı. Sonraki hedef Yahudiler oldu. İngiltere ile de ilişkiler iyi değildi. Kıtlık sonrası İngiltere’de de iç durum hiç iyi değildi. Çiftçiler ve köylüler, sorunlarından açgözlü tüccarları ve yozlaşmış yargıçları; tüccarlar ve yargıçlar İngiliz baronlarını; baronlar da kralı sorumlu tutuyorlardı. On beş yıldır kral olan II. Edward ise korkak ve şanssızdı. Karısı ve sevgilisi ile iş birliği yapan Flandre Kontu, baronların yardımı ile İngiltere’yi 1325’te aniden işgal etti.

Orta Çağ boyunca papa ve imparator ile feodal beyler arasında dönemin şartlarına göre bir tür uzlaşı sürüp gitti. Ancak, 16. Yüzyılda Habsburg Prensi Şarlken (1500-1558) ile Orta Çağ’a ait bir dünya düzeni fikri tekrar filizlendi. 1519 yılında Kutsal Roma İmparatoru seçiminde galip geldi ve artık Avrupa’nın batısı ve Amerika kıtasının büyük bölümü artık tek bir dindar hükümdarın yönetimi altında idi. Bu büyük imparatorluğun neredeyse tamamı stratejik evlilikler yolu ile gerçekleşmişti. Ancak, Şarlken de Kilisenin evrenselliğini gerçekleştiremedi, unvanlarından feragat edip, imparatorluğu bölmeye karar verdi. 1555’te Augsburg Barışı ile Protestanlığı da tanıdı. 1618-1648 yılları arasındaki Otuz Yıl Savaşı sonunda Avrupa nüfusunun dörtte biri savaş, açlık ve hastalık sonucu ölmüş, Protestanlığın ayakta kalması ve yayılması sonucu dini birlik çözülmüştü.

Papa tüm ihtişamına rağmen pek sevilen biri değildi. Gücün ve komploların merkezindeydi. III. Innocentius, 1217 yılında ani bir amboli sonucu öldü. Roma’daki kardinaller hemen yeni papa seçme peşine düştüler. Aceleden III. Innocentius’u gömmeyi unuttular, çürümüş cesedinden altın işlemeli giysileri çalınmıştı. Papa ve onun kurduğu Kilise ağı, Orta çağ boyunca haçlı seferleri, engizisyonlar ve keyfi hukuk ile oldukça yozlaştı ve sonunda birileri “dur” demek zorunda kaldı. Önce Reformasyon sonra Aydınlanma ve Fransız Devrimi ile Kilise yetkilerinin sınırlanması ve devletten ayrılması. Sonunda akıl galip geldi. Vestfalya Barışı ile dini değil, gerçeklerle uyumlu pratik bir düzenleme, güç dengesi ile birbirlerinin hırslarını dizginleyen bağımsız devletler sistemi kuruluyordu.

Dostlarınızla iş birliği, düşmanlarınızla barış yaparsınız. İşler kötüye gitmeden barış yapmak daha önemliydi. Sonradan dostunuz olan bir kişi sizi, aslında kendi planları için kurban seçmiş olabilirdi. Dostlar bir araya geldiğinde kime nasıl bir........

© ABC Gazetesi