KURTULUŞ İÇİN ALTAY MODELİ!
Hani bir söz vardır, “altın çöpe de düşse, yine altındır” diye. Bu söz “İzmir’in parlak yıldızı” Altay’ı ne kadar da güzel anlatıyor. Peş peşe liglerden düşerken 1 milyar liraya dayanan borcuyla uçurumun kenarına gelen Altay, gelecek hafta bugün tarihinin en önemli genel kurullarından birini yapacak. Kongre öncesi adaylığını açıklayan isimler var, başka adaylar olabileceği de söyleniyor, ancak lafla peynir gemisi yürümediğinden bu girişimlerin ne derece gerçekçi olduğunu haftaya hep birlikte yaşayıp göreceğiz.
Bu tarihi kongre öncesi çok ama çok önemli bir isimle ile sohbet ettim. Yıllardır hiçbir medya organına konuşmayan, hatta artık yaşamını sürdürdüğü İstanbul’dan İzmir’e bile pek gelmeyen Altay’ın yaşayan ‘Efsane’ başkanlarından Nafiz Zorlu suskunluğunu bu tarihi kongre öncesi bozarken, çarpıcı açıklamalarda bulundu. ‘Zorlu’ soyadı ile iş ve futbol dünyasına bir dönem damga vuran bir ailenin en önemli fertlerinden Nafiz Zorlu için şahsen ben “Tanıdığım en büyük Altaylılardan biri” demekten hiçbir beis görmüyorum. Siyah-beyazlı kulübün bugünkü durumuna çok üzülen ancak sık sık ortaya konan ‘karanlık tablo’ edebiyatına da çok takılmayan Zorlu’nun kendi döneminden başlayarak bugüne kadar geçen süreç ve bundan sonrası için görüşleri işte şöyle:
“60’lardan başlayarak hemen hemen 90’ların sonlarına dek bu işler nispeten kolaydı. Profesyonellik gelişmediği için oyuncular makul paralara oynuyor, idarecilik yapanlar masraflar nispeten az olduğundan biraz da cepten ya da çevreden topladıklarıyla bütçe oluşturabiliyordu. Üstelik büyük kulüpler, Anadolu kulüplerinden astronomik rakamlara oyuncular transfer ettikleri için bir iki futbolcu çıkaran takımlar bonservis ücretleriyle çarkı rahat rahat çeviriyordu. Futbolun bugünkü gibi endüstrileşeceği, oynama şeklinin bu kadar değişeceği, günlük antrenman dozlarının ve oyuncu yetiştirmenin bu kadar önemli olacağı öngörülmüyordu. “
Tesisleşme konusunda çok geride kalındığına dikkat çeken Nafiz Başkan, şöyle devam ediyor; “Mesela şehrimiz için konuşalım; İzmir gibi ciddi göç alan bir kentte o dönem çok müsait alanlar mevcuttu. 100 dönümlük bir arazi antrenman tesisleri, kamp ve sosyal alanları ile bir kulübün bütün ihtiyaçlarını giderebilirdi. Ancak bunun yerine, ‘futbolculara para ödüyoruz’ ya da ‘deplasmana gidiyoruz’ gibi bahanelerle tesisleşme ikinci plana itildi. Çünkü tesisleşme için ekstra bir bütçe gerekiyordu. Şimdi o dönemin insanlarını suçlamak da ne derece doğru. Yani ‘bu vizyona sahip değillerdir’ demek de zor, çünkü futbolun bu şekle geleceğini kestirmek pek de mümkün değildi.”
Başkanlığı yıllarında şirketleşmeyi kulüpte ilk ortaya atan, ancak bugün bile........
© 9 Eylül Gazetesi
