menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Demokrasinin yüzleri: Temsiliyet, katılım ve değişim üzerine

10 0
16.03.2025

Halk zaman zaman evrensel toplumsal gelişmeye uygun tercihler yapmasa da devlet ya da kent yönetiminde en doğru karar halkın istemleri doğrultusunda davranmak ya da onu alınacak kararlara ikna etmektir.

Bunda da en gerçekçi yöntem “Doğrudan Demokrasidir”.

En nazik genel konularda, uygulayıcı temsilcilerini belirlemede, karar vericileri saptamada halkın yapacağı tercihler, yönetsel açıdan en sağlıklı olanıdır.

“Halka bırakırsan Hitler’i de seçer, Trump’ı da seçer” söylemi bu kişilere, bu kişilerin düşünce ve eylemlerine karşı çıkanların halkı kendi tutumlarına ikna edememeleri nedeniyledir.

***

Doğrudan Demokrasi uygulamalarında “Halk Meclisi”, “Konsey” gibi adlar verilen toplantılarla seçme hakkına sahip kişiler gelişkin demokratik kararlar alabilir.

Seçim yapanlar yanlış yapmışsa bunu deneyimleyerek öğrenir, bir daha yapmamaya çalışır.

Ağzı sütle yanan, yoğurdu üfleyerek yer!

Günümüzde, ülkemizde derneklerde, kooperatiflerde, bir anlamda bu yöntem kullanılmaktadır.

2500 yıl önce Perikles’in Atina Demokrasisinde durum böyleydi.

Kadınlar ve yabancılar dışında herkes eşitti ve Devlet/Kent yönetimine talip olabiliyor, seçimlerde oy kullanabiliyordu.

(Perikles ve Atina Demokrasisi-Temsili resim- AI)

***

Zaman içinde “Tiranlık”, “Tek Adamcılık”, “Zorbalık”, “Mutlakiyetçilik”, “Oligarşik” gibi yöntemlerle karar yetkisinin ve gücün tek elde ya da bir grup elinde toplanması halk istemi ve iradesini yok saydı.

Tabii ki halk buna karşı kimi zaman, istemlerine kulak asılmaması durumunda çok şiddetli tepkiler de verdi.

Elindeki gücü paylaşmak istemeyen “Tek Adamlara” kendi sosyal sınıfından bazı çevreler de karşı çıkıyordu.

1215 yılında İngiltere’de Kral John’un baskıcı yönetimine isyan eden diğer Feodal Beyler/Baronlar/Büyük toprak sahipleri Kral’a yetkilerini azaltan, toplum üzerindeki mutlak otoritesini sınırlayan “Magna Carta” ya da “Büyük Ferman” adı verilen bir belge imzalattılar.

Kral John ve oğlu III.Henry bu sınırlamalara uymayınca Fransız asıllı Simon de Montfort öncülüğünde baş kaldıran baronlar ve büyük toprak sahipleri halkı da yanlarına alarak büyük bir isyan başlattılar.

Bu başkaldırı sonucunda İngiltere’de ve Dünya tarihinde ilk kez halk temsilcilerinin de yer aldığı bir meclis, Parlamento 1265 yılında Simon de Montfort öncülüğünde oluşturuldu.

Bu, yalnızca soyluların değil, kentlerden burjuvaların, kentli zenginlerin ve kırsal bölgelerden seçilen temsilcilerin de yer aldığı ilk yasama organıydı.

Bu kuruluş, günümüz Parlamenter sisteminin temel taşlarından biri olarak kabul edilir

Modern anlamda seçimli ve sürekli çalışan parlamento ise 1707’de İngiltere ve İskoçya’nın birleşmesiyle oluşan Birleşik Krallık (UK) Parlamentosu’dur.

***

Parlamento Fransızca “parler=konuşmak” sözcüğünden gelir.

Sorunların konuşulduğu, toplumsal ve siyasal kararların alındığı yerdir.

13. yüzyılda İngiltere’de başlayan, kralların, mutlak egemenliğe sahip olanların gücünü hakla paylaşma edimi bir gereksinimden, halkın kendisi hakkında verilecek kararlara katılma isteminden kaynaklanıyordu.

Tek Adamcılık keyfilik ve baskı demekti.

Bununla beraber toprak mülkiyeti, silah, yargı yine Kralların, Feodal Beylerin elinde, denetimindeydi.

Üretici güçlerin ve üretim araçlarının gelişmesi kentlerle güçlenen burjuvazinin/kent zenginlerinin etkinliğinin artırmasını sağladı.

Onların Krallar, Feodal Beylerle çıkar çatışmasına girmesine neden oldu.

Sonra yanına yeni gelişen işçi sınıfını ve köylüleri alan burjuvazi kralları yıktı geçti.

Peki siyasal iktidarı ele geçiren kent zenginleri/burjuvazi devleti nasıl yönetecekti?

İngiltere’de önce 1265’de, daha sonra 1707’den itibaren uygulanan, halkın değişik kesimlerinin katıldığı bir parlamento deneyimi vardı.

Fransa’da ise toplumun yoksul kesimlerini de yanına alan kent zenginleri/burjuvazi, krallığı/mutlakiyetçiliği 1789 Devrimi ile kesin yenilgiye uğratmış ve “Ulusal Meclis” kurmuştu. Bu meclis her toplumsal kesimden temsilci içeriyordu.

Çoğunluğu burjuvazi ve halk temsilcilerinden oluşan, ayrıca, ruhban sınıfı ve asillerden temsilcileri de barındıran meclis, çetin mücadeleler sonucu Feodal Sistemi ezdi geçti.

Güçleri elinden alınmış Krallıklar yalnızca sembolik yetkilere sahipti.

“Özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganıyla yola çıkan devrim, 1791 Fransız Anayasasında "İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi"nin kabul edilmesiyle taçlandı.

Bu, tüm insanlık için büyük bir ileri adımdır!

(1789 Fransız Devriminde Halk Meclisi ve tartışmalar-Temsili Resim-AI)

***

Ancak Devleti ele geçiren burjuvazi bir süre sonra ülkede ipleri tamamen ele alacak 1830 Paris Komünü gibi, devrimden dışlanmış ezilen sınıfların isyanlarını kanla bastıracak ama bir tür “Temsili Demokrasi” olan parlamenter sistemden vaz geçmeyecekti.

İnsanlığın antik çağda, toplumsal gereksinim sonucu ve öngörülü yöneticiler tarafından bulup, uyguladığı “demokrasi” bir yöntem olarak yeniden hatırlanmıştı.

Kuşkusuz bu demokrasi egemen sınıfın, burjuvazinin kendi çıkarları için kullandığı bir yönetim tarzıydı.

Hem çeşitli burjuva grupları arasındaki uzlaşmayı sağlıyor hem de iktidarını, gücünü meşru hale getiriyordu.

İçeri girebilen sınırlı sayıdaki muhalif de az çok seslerini duyurabiliyordu.

Temsilciler, Parlamentoda toplandılar, sorunları konuştular, kararlar aldılar.

Kendi aralarında, mensup oldukları üst sınıf adına devlet gücünü paylaştılar.

Yeni zenginleşen sınıf, burjuvazi çıkarlarını bu şekilde, devlet aygıtı eliyle korudu. Aldığı kararlara halkı bazen zorla razı etti.

Silahıyla sopasıyla, yargısıyla ve yasasıyla devlet, egemen toplumsal sınıflar için gerekliydi.

Bu süreçte Kapitalizm gelişiyor, sanayinin ve sermayenin belirli ellerde toplanması hızlanıyordu.

Devletler sık sık pazar genişletme kavgasına girişiyor, birbirleriyle savaşıyordu.

Bu kapışmalarda ülkelerin sınırları değişiyordu ve bu süreçte Temsili Demokrasi işlemeye devam ediyordu.

Ancak kapitalizmin varlığıyla ortaya çıkan işçi sınıfı, ezelden beri ezilen köylüler, esnaf ve sanatkârlar daha iyi yaşama koşullarına sahip olmak, daha özgür olmak için yönetimlerde söz sahibi olmak istiyorlardı.

Ancak burjuvazinin çıkarı ve niyeti bu değildi. O, varlığını koruman ve büyütmekle ilgiliydi. Halkın demokratik istemleri pek umurunda değildi

Böylece ülkelerde yeni demokrasi mücadeleleri başladı.

Yeni demokrasi anlayışları ortaya çıktı.

(TBMM-Ankara-1920-Temsili Resim-AI)

***

Bu bağlamda Kapitalist Sistem “Temsili Demokrasi”yi geliştirmek zorunda kaldı

Her türlü manipülasyon mümkün olmakla birlikte, daha geniş kitlelere seçme hakkı tanındı ve kendi temsilcilerini belirleme yetkisi verildi.

Böylece, alt sınıflar parlamentolarda, çoğunlukla karşılık bulmayan haklarını savunup taleplerini belirtirken, üst sınıflar ise onları kendilerinin kontrol ettiği devlet yönetimine entegre ettiğini düşünüyordu.

Tabii ki, karar vericiler ortamına katılacak bu temsilcilerin çoğunun egemen sınıfların çıkarlarına uygun davranacak kişiler olmasına dikkat ediliyordu.

Bu ortamda parlamentoda muhalefet olsa bile siyasi iktidarı hiç deviremiyor, kendi iktidar olamıyordu.

Bu bir oyunsa egemen sınıflar bu oyunu iyi oynuyordu.

İşler karıştığında ise sopa kullanmaktan çekinilmiyordu. Olanakları boldu. Bazen eli yumuşaktı bazen sert!

Hatta Rosa Luxemburg gibi muhalif siyasetçiler, 20. yüzyılın başlarında başlarından vurulup Berlin kanallarına atılmaktan kurtulamadı.

***

Başlangıçta kadınların seçimlerde oy kullanma hakkı hiç yoktu.

Bu hakka ABD’de 1920’de, İngiltere’de 1928’de (21 yaş ve üstüne), Fransa’da 1944’de, İsviçre’de ise 1971 yılında sahip oldu kadınlar.

2500 yıl geçmiş olmasına rağmen, demokrasi antik çağda olduğu gibi erkekler içindi.

Atatürk Türkiyesi’nde ise Anayasa’da ve Seçim Kanunu’nda 5 Aralık 1934’te yapılan değişikliklerle kadınlar milletvekili seçme ve seçilme hakkına kavuştu.

Kendilerini gelişmiş sayan kapitalist ülkelerden yıllar önce kadınlara tanınmıştı bu hak Türkiye’de.

Osmanlı döneminde ağır baskılar altında kalan kadınlar, bu yasal değişikliklerin ardından ilk kez 8 Şubat 1935’te yapılan genel seçimlerde milletvekili seçildi. Millet Meclisi’ne 17 kadın milletvekili girdi.

***

Günümüzde, Parlamenter Demokrasi denilen yöntemle yönetilen ülkeler; “Millet Meclisi”, “Senato“, “Kongre”, “Halk Meclisi” gibi adlarla bilinen kurumlarla yönetiliyor.

Siyasal Partiler aracılığıyla halk tarafından doğrudan oylamayla seçilen temsilciler eliyle (Türkiye’de Milletvekili aracılığıyla) bu gerçekleşiyor.

Partisiz, bağımsız adaylar da oluyor ama seçilme şansları çok düşük oluyor!

Kalabalık toplumlarda seçmen siyasi partileri bir referans olarak görüyor.

Seçilen temsilciler tarafından oluşturulan Meclis/Parlamento yasama görevini yerine getiriyor, yürütme organını belirliyor.

Bazı ülkelerde ise “Başkanlık Sistemi” adı verilen sistemde, büyük yetkilere sahip Devletin Başkanı, halk tarafından doğrudan seçiliyor.

Oluşan Meclis/Senatodaki Halk Temsilcilerinin/Milletvekillerinin bu başkanı ancak bir ölçüde denetleyebildiği görülüyor.

Böyle böyle “Temsili Demokrasi” yöntemi birçok ülkede küçük farklılıklarla uygulanıyor.

Bunlarla beraber, dünyada hâlâ “sultanlar”, “saraylar” var!

Genel seçimler yoluyla “Temsili Demokrasi”, “Tek Adamcılığa”, gücün tek elde toplanmasına yol olabiliyor.

***

Günümüzde tekelci sanayi ve sermaye kapitalizminin güçlerini birleştirerek çok uluslu ve ulusötesi hale geldiği, onu temsil eden şirketlerin birbirinin içine girdiği, hatta bütünleştikleri açıktır.

Teknoloji devrimini kendini yenileme ve bunalımlardan çıkma aracı olarak kullanarak, bu ortamda artan üretimden kitlelere daha fazla pay vererek, onları tüketim çılgınlığına iterek susturduğu da ortadadır.

Ancak bu dönem yavaş yavaş geride kalıyor.

Bilişimdeki gelişmeler ve “Yapay Zekânın” (Artificial Intelligence-AI) hemen her alanda insan yaşamını etkilemeye, nerdeyse insan emeğinin yerini almaya başlaması, sanal paranın ve kıymetli metal madenciliğinin çok önem kazanması, iletişimin inanılmaz ölçüde yaygınlaşması, yepyeni bir dönemin işaretleridir.

Üretici güçlerdeki bu şaşkınlık verici gelişmelere karşı üretim araçlarının mülkiyeti değişmiyor, daha da merkezileşiyor.

Bu dönemin eşiğinde, evrensel servet dar bir grubun elinde ölçülemez miktarlara erişiyor.

Kapitalizmin baş kurallarından biri devamlı, devamlı büyümektir.

Bu bağlamda serveti korumak, daha çok (maddi ya da sanal)........

© 12punto