Adaletin bu mu dünya?
Türk halk müziği sanatçısı Ali Ercan tarafından yazılmış ve bestelenmiş ve ilk kez onun tarafından seslendirilmişti, “Adaletin bu mu dünya” türküsü.
İçleri titreten sesiyle Selda Bağcan, yürekler çarpan coşkulu yorumuyla Edip Akbayram da söylemiş, bu baş kaldırıcı sözleri.
Adaletin bu mu dünya?
Ne yar verdin ne mal dünya
Kötülerinsin sen dünya
İyileri öldüren dünya
Adaletin bu mu dünya?
Türkü, adaletsizlik karşısında bireyin çığlığını ve toplumsal düzene yönelik isyanını güçlü bir şekilde dile getiriyor.
Adalet olmazsa birey kendini nasıl güvende hisseder ki?
Adalet olmazsa toplumsal düzen huzur içinde nasıl sürer ki?
***
Adalet kavramı, insanlığın başlangıcından beri var olan bir olgudur.
Toplumsal yaşamın oluşması ve çeşitli evrelerdeki gelişimi, adaletin de zaman içinde şekillenmesine yol açmıştır.
İnsan ve toplum bilincine adeta kazınmıştır.
Toplumsal yaşam adalet olmadan sürdürülemez.
Adalet, genel olarak doğruluk, eşitlik ve hakkaniyetin sağlanması anlamına gelir. Hak ve hukuka uygunluk gerektirir.
Bireylerin haklarını korur, haksızlıkları önler ve toplumsal düzeni sağlar.
İnsanlar arasındaki ilişkileri belirler ve düzenler. Bu bağlamda, adalet geliştirilmiş ilkeler ve değerler sistemi olarak tanımlanabilir.
Adalet kavramı, zaman zaman sözlü veya yazılı olarak ifade edilmiştir ve toplumsal sınıfların ortaya çıkmasından önce de varlığını sürdürmüştü.
Adaletin ilk ortaya çıktığı dönemlerde insanlar arasında şu sorular sorulmuştu:
Avlanan ve toplanan ürünler nasıl paylaşılacaktı?
Yaşamsal tehlikeler karşısında riskler nasıl alınacaktı?
Kişiler arasındaki sorunlar nasıl çözülecekti?
***
Hammurabi bir tanrıdan kraliyet asasını alıyor.
Tarım toplumlarının ortaya çıkışı ve köle emeğine el koyma süreçlerinde Adalet Kavramı, yazılı kanunlarla ifade edilmeye başlanmıştı.
Mezopotamya’da (Dicle ve Fırat nehirleri arasında) sulama sistemlerinin kullanımı için kurallar geliştirilmiştir. Tarımsal üretimin artmasıyla servet çoğalmış, nüfus kalabalıklaşmış ve toplum yönetimi zorlaşmıştı. Bu gibi konular, İ.Ö.18.yüzyılda “Kanun” haline getirildi.
Hammurabi’nin Kanunları (İ.Ö. 1754), bir Sami dili (Arapların atası) konuşan Kral Hammurabi’nin yazıya döktüğü ilk kapsamlı yasa sistemlerinden biridir. “Göze göz, dişe diş” ve “karşılıklılık ilkesi” esas alınarak bir adalet uygulaması oluşturulmuştu.
Aynı dönemlerde Mısır’da “Maat”, “doğruluk düzen ve adaletin tanrıçası” olarak kabul edilmişti.
Maat’ın başında taşıdığı tüy, bir ölünün yüreğini terazinin ayrı kefelerine koyar. Eğer yürek tüyden hafifse, kişinin iyi ruhlu olduğu anlaşılır ve cennete gönderilirdi.
Adaletli olmanın ölçüsü bir tüy kadar hafif olmaktı.
Üç bin beş yüz yıl önce Anadolu’da Hititler’de erkek Güneş Tanrısı, “ADALETİN EFENDİSİ” olarak kabul edilirdi. Antlaşmalar her zaman O’nun huzurunda yapılırdı.
Güneş, her şeyi gören tanrısal güç olarak yeryüzündeki hak ve adaleti yönetirdi. Işıklarını herkese eşit şekilde gönderirdi.
Antik Mısır’ın adalet tanrısı Maat ve başındaki tüyü temsil eden resim.
***
Köle emeğine dayalı toplumlarda, adalet kavramı artık dinsel motiflerle güçlendirilmiş “DEVLET” adı verilen kurum tarafından sağlanmaya başlamıştır.
İ.Ö.4-5. yüzyıllarda Atina Demokrasisinde adaletin dağıtıldığı yargı kurumları vardı.
Mahkemelerde kararları halk içinden seçilmiş 30 yaşını aşmış erkeklerden oluşan bir jüri veriyordu.
Jüri üyelerinin sayısı küçük davalarda 200-500 kişi, büyük davalarda ise 1000 hatta 1500 kişiye kadar çıkabiliyordu.
Antik Yunan’da adaletin kutsal kabul edilmesi, “Yasa” (Nomos) kavramının toplumdaki yerini pekiştirmiştir. Adaletin temsilcileri Themis (Düzen), Nemesis (Ceza) ve Dike (Yasanın Kızı) olarak kabul edilmişti.
Dike’nin gözleri bağlıydı, bu da adaletin tarafsızlığını simgeliyordu.
Antik Çağın büyük filozofları da “adalet” üzerine çok önemli çıkarımlar yapmıştı.
İnsanlığı en çok etkileyen filozofların başında gelen Sokrates, “gençleri yozlaştırmakla ve Tanrılara karşı inançsızlıkla suçlanmış”, yargılanmış ve jüri tarafından ölüme mahkûm edilmişti (İ.Ö.399).
Kendini zehirle infaz eden Sokrates’e göre “adalet”, erdem ve bilgelik ile ilişkiliydi. Ancak doğru yaşam ve davranış ile mümkündü.
Sadık öğrencisi Platon (Eflatun) ise “adalet”i, devlette her bireyin kendi işini yapması ve ahenk içinde bulunması olarak tanımlıyordu. “Adalet” toplumsal yapıdaki düzeniyle doğrudan bağlantılıydı.
Düşüncelerinden ötürü Anadolu’ya sürgün edilen, “mantık” biliminin babası Aristoteles, “adaleti” toplumsal kaynakların, mal varlıklarının ve diğer yararların kişilerin hak edişine, erdemine ya da topluma sağladığı katkıya göre dağıtılması olarak görüyordu.
“Adalet”, erdemin en yüksek biçimiydi.
Roma İmparatorluğu zamanında ise kurulan hukuk sistemiyle herkes için geçerli olan “doğduğundan itibaren geçerli hukuk ilkeleri” etrafında şekillenmişti Bu anlayış, günümüz hukuk sistemlerine de ilham kaynağı olmuştu.
Antik Yunan’da Adalet tanrıçası Dike, elinde terazisi ile.
***
Feodal beylerin, büyük toprak sahiplerinin, despotik şahların ve kralların egemenliği altındaki toplumlarda, Orta Çağ’da “Adalet Kavramı”, büyük ölçüde dini otoriteler tarafından şekillendirilmişti.
Üretim araçlarına ve toprağa sahip olanlar, bu gücü ellerinde bulunduruyorlardı. Adaleti onlar dağıtıyordu. Din adamları, bu düzenin meşruiyetini sağlamak için iktidarın hizmetindeydiler. Halk ise çoğunlukla boğaz tokluğuna çalışarak toprakta üretim........
© 12punto
