Siyasette üç mühendis: Özal-Demirel-Erbakan
Özal ve Demirel 1960 İhtilali ortamında askerlik yaptılar. Özal yaşça daha küçük olmasına rağmen 1959'da askere gitmişti. Ordonat Sınıfında yedek subay olmuştu.
Demirel ise Demokrat Parti'nin DSİ Genel Müdürü olduğu için 36 Yaşında olmasına rağmen askere gitmemişti. Menderes hükümeti Demirel için her yedek subay celp döneminde onun için Genelkurmay’dan sevk tehiri talep etmişti.
Demirel ihtilal olduğunda İspanya’daydı. Büyükelçi Suat Hayri Ürgüplüydü. Onunla istişare etti. Türkiye’ye döndü.
İhtilalciler onu Demokrat Parti'nin adamı olarak gördükleri için asker kaçağı muamelesi yapmak istediler. Hatta Demirel'e kelepçe takılmak istendiği söylenir. Türkeş, Demirel’in derdest edilerek sevkine kendisinin engel olduğunu söylemişti MC hükümetleri zamanında. Türkeş’in ifadesi böyle olsa da bence işin arkasında başka dinamikler olmalı.Ona da birilerinin güçlü bir telkinde bulunduğunu sanırım. Demirel'in askere alınması (kıtaya sevki) sırasında “ihtilalci şiddeti” engelleyen güç bence mason biraderler telefonudur. Sezgilerim bu yönde. Ama ispat edemem.
Ortalık sakinleşince, Milli Birlik Komitesinin Demirel’e uyguladığı rejim değişti. Demirel ve Özal Devlet Planlama Teşkilatının kuruluşunda görevlendirildiler. Hükümetin talebi Genelkurmayın onayı ile. Demirel ile Özal arasındaki “abi” hukukunun burada geliştiğini sanırım.
Demirel-Erbakan-Özal üçlüsünün kariyer açısından en geriden izleyeni Turgut Özaldı. Demirel 1965'te Başbakan olunca Özal'ı Devlet Planlama Teşkilatı müsteşarı yaptı. Amerika'dan piyasaya büyük bir inanç ile dönmüş olan Özal'ın planlamanın müsteşarlığa getirilmiş olması epey ilginç doğrusu.
Özal İTÜ’de mühendislik, Amerika'da içeriği tam belli olmayan işletme/ekonomi eğitimi almış bir yüksek teknokrattı. Bu kimliği ile büyük sermaye gruplarında yöneticilik yapmaya devam etti. En son Sabancı grubunda çalışmıştı. Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası Başkanlığı (MESS) yapdığını da unutmayalım bu arada. Özal’ın bu sınıfsal bağlantılarını anlamlı buluyorum.
Demirel-Özal-Erbakan mühendis üçlüsü içinde kapitalist dünyanın tam ortasında olan Turgut Özal'dır. Eylemli olarak bu dünyanın içindedir. Diğerleri ilgili/ilişkilidir.
1979'da Demirel Adalet Partisi azınlık hükümetini kurdu. Ecevit’in istifası üzerine. 1970’lerin ortalarında sermaye derin bir krize girmişti. Bununla eş zamanlı olarak ağır bir kamu düzeni sorunu da vardı. Bir başka önemli nokta daha vardı: sendikal mücadelenin epey güç kazanmış olması.
1960'lardan beri yükselen sendikal mücadele neticesinde işçi sınıfının gelir seviyesi yükselmişti. Özellikle DİSK’e bağlı iş kollarında işçi sınıfının üretim sürecinden aldığı pay dikkat çekecek bir oranda büyümüştü. Bu durum şiddetle kaynağa ihtiyaç duyan burjuvaziyi dar boğaza sokmuştu. Türkiye kapitalizminin çarkının döndürülmesi çok zorlaşmıştı.
Başbakan Demirel Özal'ı göreve çağırdı.Çağrı kapitalizmin en büyük teknokratının siyasi iktidar tarafından davet edilmesi anlamına geliyordu. Demirel kendisini Başbakanlık müsteşarı ve Devlet Planlama Teşkilatı müsteşar vekili olarak atadı. 24 Ocak kararlarının Turgut Özal tarafından alınması ve uygulanmaya başlamasının sınıfsal temeli budur
Demirel azınlık hükümetinin kurulmasının nedeni 1979 kısmi milletvekilliği ve Senato seçimlerinde Adalet Partisinin 1960'lardaki başarılarını hatırlatan yüksek bir başarı göstermesiydi. Ecevit “demokrat” bir tavırla istifa etti. Demirel’e bir çok alternatif önerdi. Demirel bunların hiç birini kabul etmedi. Örtülü MC hükümetini kurdu.
1974'ten ki petrol şokundan beri Türk hükümetleri gittikçe ağırlaşan dış ticaret açığı, ödemeler dengesi ve döviz dar boğazı sorunlarıyla başa çıkmaya çalışıyorlardı. Çözümler, IMF'nin isteklerini tatmin etme, borç erteleme ve yeni kredi alabilme yöntemleri ile sınırlıydı
Süleyman Demirel 1980 başında bir de uyarı mektubu almıştı. Bu mektup cihet-i askeriye sıkıyönetim ve daha fazla yetki istiyorlardı. Demirel’in yanıtı şöyle oldu: ”General Muğlalı yetkileri” bu devirde verilemez.
Bahse konu mektup Cumhurbaşkanı Korutürk aracılığıyla verilmişti. Muhatap parlamento ve hükümetti. Kamuoyuna açıklanmamıştı. Mektup “light” bir 12 Mart muhtırası olarak yorumlanabilir.
Metin dikkatlice incelendiğinde ordunun idareye el koyma niyeti seziliyor. Fakat ekonomik durumun neredeyse yönetilemez durumda olması onları tereddüt içinde bırakıyordu
Milli Güvenlik Konseyi 12 Eylül rejimini toplumu zapturapt altına alma işi olarak gördü. Bu asker bakışı ile doğruydu da. Ama asıl işlevi burjuva düzenini kurtarmak oldu.
12 Mart'ta Memduh Tağmaç’ın söylediği şu söz 12 Eylül için de geçerlidir. Tağmaç Paşa, “Toplumsal uyanış iktisadi gelişmenin önüne geçti” demişti. 12 Mart gibi 12 Eylül de toplumu stabilize etmek için yapıldı. Bu sözler iki müdahalenin de hangi sınıfsal temele oturduğunu gösterir.
Ancak kapalı rejim koşullarında sermayenin istikrar programı uygulanabilirdi. İstikrar programının başında sermayenin adamı Turgut Özal vardı
Milli Güvenlik Konseyi’nin emekli Amiral Bülent Ulusu’ya kurdurduğu hükümette ekonomiden sorumlu başbakan yardımcılığına Turgut Özal getirildi.
Bu karar Türk siyasi tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri oldu. Neden? Cuntanın devirdiği Demirel Hükümetinin en yüksek bürokratı bakan olarak hükümete alınmıştı. Olay hiç karmaşık değildi. Sermaye sınıfının doğrudan bir temsilcisi ekonomiyi yönetmek üzere göreve getirilmişti.
Cunta toplumu suskunlaştıracak Özal da “kapitalist iktisadiyatın hiç de yeni olmayan çözüm sepeti” ile ekonomiyi yeniden yüzdürmeye çalışacaktı. Bu sepetin içinde neler vardı hatırlayalım: Yüksek faiz ile enflasyonu düşürmeye çalışma, tüketimi kısma, ücret gelirlerini baskı altına alma ve işçi sınıfının üretim gücünü ihracat gelirlerine tahvil etme.
12 Eylül rejimi bir egemen sınıflar koalisyonuyla yürütülebilirdi. Öyle de oldu. Ortada görünen Milli Güvenlik Konseyi iktidar blokunun görünen kısmıydı.
Milli Güvenlik Konseyi’nin işlevleri şunlar olacaktı: Devlet tekelindeki tek yayın organı (TRT) ve büyük meydan konuşmaları ile kitleleri askeri rejim arkasında hizalamak. Sürekli Atatürkçülük propagandası yapmak. İdarenin meşruiyetini bunun üzerinden sağlamaya çalışmak. Her türlü toplumsal muhalefeti (özellikle solu) ağır baskı altında tutmak.
MGK Atatürkçülüğü ideolojik bir aparattı. İçi boş “Gardrop” Atatürkçülüğünden ibaretti. Bu nedenle çok zayıf bir aparat. Türk Devrimi ifadesi bile kullanılamıyordu. Ortalıkta dolanımda bulunan tek resmi/egemen değer Atatürk ilke ve inkılapları idi. Bunun ne olduğu da belli değildi. Meydanlarda atılan sıkıcı, avami Kenan Evren nutukları dinleniliyor, hararetle alkışlanıyordu. Kur’andan okunan ayetlerle, içeriği boş Atatürkçülük sözleriyle MGK devletine ideolojik üst yapı tahkimatı yapılmaya çalışılıyordu.
Asıl işlev ise devletin uyguladığı baskıydı.12 Eylül döneminde tutuklanan insan sayısına ve sınıfsal kökenine bir göz attığımızda baskının boyutu hemen anlaşılabilir.
Milli Güvenlik Konsey’i Demirel'i Güniz Sokakta gözetim altında tutarken, Erbakan ve arkadaşları MSP davasında yargılanıyordu. Aradan bu kadar zaman geçtikten sonra şunu söyleyebilirim. MGK’nın yönetici seçkinler sınıfının aktörlerine karşı yürüttüğü kampanya dışında esaslı bir derdi yoktu. Onlar meseleyi üst yapıda algıladılar. Özellikle Demirel’e karşı yürütülen abluka iktidar bloku seçkinleri içerisinde bir çekişmeydi bana göre.
Konsey’in Erbakan'a karşı tutumu ise kurucu ideoloji ile ilgiliydi. Ama buna rağmen Özal'a cuntanın Başbakan yardımcılığı ve ekonomiyi yönetme sorumluluğu verilmesi çok anlamlıdır. Peki bu neyi gösterir? Konsey’in yukardaki şerhlerine rağmen altyapının belirleyici olduğunu.
Konsey, bir taraftan Özal’ın 1977'de aday olduğu MSP’yi yargılarken öbür taraftan çok önemli bir görevi ona vermesi Türkiye'de gerçek gücün nerede olduğuna işaret eder.
MSP davasında Erbakan ve arkadaşları sonunda uzun süreli bir yargılamadan sonra Askeri Yargıtay’da beraat ettiler. MSP davasının beraatle sonuçlanması da anlamlıdır. Konya mitinginde sergilenen gericilik müdahalenin gerekçelerinden biri olarak gösterildiği de unutmayalım. 12 Eylül günlerini en rahat geçiren kesim İslamcılar oldu. En kötü geçirenler ise DİSK davasından yargılananlar.
Bu durumu şöyle yorumluyorum: Demek ki MGK’nın laiklikle sorunlu partinin iktidar alanından çıkarılması dışında bir kırmızı çizgisi yoktu. Demek ki MGK Özal’ın -iktisat dışı alanlarda- onlara yakın olmasını mesele olarak görmemişti. Arada uyarmak yeterliydi.
Egemen sınıflar ittifakının asıl büyük partneri büyük sermaye sınıfıydı. Bu sınıfın ara rejim hükümetindeki lokomotifi Turgut Özaldır. 12 Eylül müdahalesinin daha ilk saatlerinde Turgut Özal’ı vazgeçilmez kılan etmenler hegemonya'nın gerçekte kimde olduğunu gösterir.
Koalisyonun asker ve sivil kanatları için iktidar gene de mutlak değildi. Birbirine muhtaçtılar. Özal’ın 24 Ocak reçetelerini uyguladığı 1980-1982 arasındaki dönemin işlevi tökezleyen burjuvaziye kaynak ve zaman kazandırmak oldu.
Özal, Keynesyen iktisadiyata karşı olanların Türkiye’deki temsilcisidir. Bilindiği gibi Keynes elbette piyasayı önemser ama “ ekonominin çarkını devletle” döndürülmesi gerektiğini vaz eder. Özal, ABD’de Reagan, İngiltere’de Margaret Thatcher ile aynı çizgide politikaları uygulamıştır. ABD’de Cumhuriyetçi Parti, İngiltere’de Muhafazakar Parti, Türkiye’de ANAP. Buna neoliberalizm deniliyor. İlginç bir şekilde neoliberalizm, Neo-conservatifler (yeni muhazakarlar) tarafından savunulmuştur
Neoliberaller şunu savunuyorlardı: Her türlü ekonomik ilişkiyi piyasaya bırakmak, devleti özellikle eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik alanlarından çekmek, bu alanlara kamu kaynağı tahsisini asgariye indirmek. Bu politikalar aslında sosyal devleti kaldırmak anlamına geliyordu. Bana göre bu uygulamalar Malthus iktisadiyatı /Sosyal Darwinizmden başka bir şey değildi.
Bu nedenle Özal'ın politikaları Demirel ve Erbakan’dan farklıdır. Demirel de elbette burjuva politikalarının savunucu idi. Ama onunki sınıfsal dengeleri gözeten bir burjuva siyasetiydi. Burjuvazi öncüdür ama diğer sınıfları da gözetir, kollar. Kemal Karpat bu durumu şöyle yorumlamıştı: “Demirel sağ siyasetin sosyal demokratıdır”
Erbakan’ın Adil Düzeninde ise bir “Asrı Saadet” soyutlaması vardır. Orada da Beytülmale vaziyet eden bir hegemonya sınıfı vardır. Ama takva ilkesi çerçevesinde bağımlı sınıflar himaye edilirler. Buna adalet denilir. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, Erbakan ekonomi- politiğinde aşağı sınıfların rızası önemlidir. Meşruiyetin yeniden üretimi islami ilkeler çerçevesinde hayata geçirilir.
Özal düşüncesinde ise bu kaygıların hiçbirinin yeri yoktur. Bunu belirtelim. Hiç kuşku yoktur ki 12 Eylül rejiminin en başarılı olduğu yön toplumun depolitize edilmesi olmuştu. Konsey Başkanı Evren’in Atatürkçülük nutukları söylem düzeyinde makbul sayılırken gerçek egemen ideoloji Özal’ın şu sözlerinde saklıydı: “köşeyi dönme”
Köşeyi dönme, hegemonyanın etrafında konuşlanan sınıfların-iktidarın kasıtlı görmezden........
© 12punto
