Anayasa Mahkemesi’nin AKP’yi 'kapatmama' kararı (2008)
Anayasa Mahkemesi Refah Partisi'ni laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu gerekçesiyle kapatmış, parti genel başkanı Erbakan'a 5 yıl süreyle siyaset yasağı getirilmişti. Yerine kurulan Fazilet Partisi de 22 Haziran 2001'de aynı gerekçeyle kapatıldı.
Bu son kapatma kararı ve Erbakan’ın yasaklılık durumu partinin ikiye bölünmesine yol açtı: SP ve AKP. Bölünme meclise şöyle yansıdı: Saadet Partisi 48, Adalet ve Kalkınma Partisi 51 milletvekili.
ABD, soğuk savaşın bitmesiyle 1950’den beni desteklediği merkez sağ partilere ilişkin stratejini değişti. Bu partileri belki bilinçli bir şekilde çökertti. Belki de çöküşüne seyirci kalmayı tercih etti. Ben birinci yorumu daha doğru bulurum.
Eski İBB Başkanı Erdoğan AKP’yi kurmadan ABD'de yeni muhafazakarlar (Neoconlar) ile görüştü. Onlardan onay aldı. Bu Türkiye’nin siyasi tarihinde önemli eşiklerden biridir. Dilipak’ın da sık sık dile getirdiği gibi AKP, Amerikan sağının ve Yahudi lobisinin desteği ile kurulmuştu. Erbakan’a göre Erdoğan ve ekibi partinin arka kapısından kaçıp Siyonizmin hizmetine girmişti.
2002 seçimleri ekonomik bunalım ve siyasete güvensizliğin dorukta olduğu bir ortamda yapıldı. Bunu siyasal ilgisizliğin yüksek olduğu bir konjonktür olarak ifade edenler var.
İlgisizlik sözü yanlış olmalı. Siyasetten umudunu kesmek belki daha doğru olabilir. Neticede kayıtlı 41 milyon seçmenin sadece 10.8 milyonunun yani &'sının oyuyla AKP seçimi kazandı. Parti sandık başına gelenlerin 4.5’unun oyunu almıştı.
AKP kurucu genel başkanlığına Erdoğan getirilmişti. Erdoğan’ın genel başkanlığında ciddi hukuki sorun vardı. Kendisi yargı kararı ile 5 yıllık siyaset yasağı kapsamındaydı. Anayasa ve Milletvekili Seçimi Kanunu Erdoğan'ın adaylığına engeldi.
Dünya siyasi tarihinde örneği görülmemiş bir şekilde genel başkanı yasaklı bir parti seçimi kazanmış oldu. Sezer’in Abdullah Gül’ü başbakanlık görevine getirmesinin nedeni buydu. Seçimi kazanan partinin hükümet kuracak bir önderi yoktu.
Erdoğan'ın imdadına Deniz Baykal yetişti. Erdoğan'ın milletvekili seçilmesine engel teşkil eden anayasanın 76. maddesi değiştirildi. 27.12. 2002 tarihinde Erdoğan muhalefetin desteğiyle milletvekili seçilme yeterliliğine kavuşmuş oldu. TBMM’inde sağlanan nitelikli çoğunluk buna yetiyordu. Sonra hukuken izahı zor bir şekilde Siirt seçimleri iptal edildi. Erdoğan milletvekili ve başbakan oldu.
Erdoğan’ın yasaklılık koşullarında partinin kurucu genel başkanlığını nasıl koruyabildiği izaha muhtaç bir konudur. Bunun hukuk dışında dinamikleri olmalı diye düşünüyorum.
Hukuken açıklanması bana göre imkansız bir şekilde anayasa ve milletvekili seçimi kanunu gereği milletvekili adayı olamayan Erdoğan partinin kurucu genel başkanı seçilmiş, kendisi aday olamamış, partisi seçimi kazanabilmişti.
2002 seçimlerinde seçim yargısı, siyaset yasağı süresi henüz dolmamış -yasaklı birinin genel başkan olarak seçim pusulasına girmesine onay verdi. Bu nasıl gerçekleşti ? Bu sonucun bir çok bileşeni olduğundan eminim.
YSK ve Anayasa Mahkemesi nihai kararı verme yetkisini kendilerinde görmediler. İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ve Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun girişimleri muhatapsız kaldı.
Doğu Perinçek’in, Erdoğan’ın adının parti genel başkanı olarak seçim pusulasında yer aldığı seçimin “mutlak butlanla batıl olacağı” iddiası muhatap bulamadı. Hukuken doğru bu teze ben de katılıyorum.
Erdoğan memnu haklarının iadesi için epey uğraşmış. Üsküdar II. Ağır Ceza’dan iade kararı aldırmış. Halbuki memnu hakların iadesi için mahkumiyet kararını veren mahkemeye müracaat etmek gerekli.
Başsavcı Kanadoğlu, Erdoğan'la Ankara Palas’ta Adli yıl açılış resepsiyonunda karşılaşmışlar. Erdoğan memnu haklarının iadesi meselesini hallettiğini düşündüğünden epey keyifliymiş Partiye başkanlık ve milletvekili adaylığı işini hallettiğini düşünüyor olmalı.
Erdoğan’ın vekilleri sonuç alabileceği mahkemeye başvurmuşlar. Bunun üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu Üsküdar Birinci Ağır Cezaya itiraz etmiş. İade kararı kaldırılmış.
Nihayet Erdoğan Diyarbakır Dördüncü DGM’den iade kararı aldırmış. Kanadoğlu takibi bıkarmamış. Bu kez de yetkisiz yargı yerinin bu kararı verdiği savı ile Yargıtay’a müracaat etmiş. Yargıtay Sekizinci Dairesi “memnu hakların iadesine ilişkin” verilmiş bütün kararları “yok hükmünde” saymış. Böylece Erdoğan için hukuki bütün yollar tükenmiş. Bu kararlara rağmen Erdoğan yine de şansını deneyecek. Milletvekili adayı olacak. Adaylığı YSK tarafından reddedilecek.
Merhum Kanadoğlu ile yapılan bir mülakattan bir çok şey öğreniyoruz. Bunların başında Erdoğan’ın AKP’ye fiili genel başkanlığının hikayesi. Kanadoğlu 14 Ağustos 2001’de Ayvalık'ta tatilde imiş. AKP’nin kuruluşunu ve Erdoğan’ın kurucu genel başkanlığını haber almış.
Kanadoğlu, Erdoğan'ın kurucu genel başkan olamayacağı düşüncesiyle harekete geçmiş; 21 Ağustos 2001'de Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş.
Erdoğan'ın genel başkanlık yetkilerinin tedbiren durdurulmasını istemiş. Anayasa Mahkemesi Başkanlığı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına 8 Ocak 2002’ye kadar cevap vermemiş. Bunun üzerine Kanadoğlu AYM Başkanı Mustafa Bumin’e başvurusuna yanıt beklediği haberini göndermiş. Anladığım kadarıyla Bumin Sabih Bey’den pek hoşlanmıyor. Ters davranmış. Bir süre sonra oy çokluğu ile ihtar talebi kabul edilmiş ama tedbir kararı verilmesi reddedilmiş. AKP’ye gereği için altı ay süre verilmiş.
Erdoğan parti üyeliğinden istifa etmiş fakat Parti Genel Başkanlığına devam etmiş. İzahı hukuken zor bir olay doğrusu. Olayı Kanadoğlu şöyle yorumluyor: “Bu kararı şuna benzetmek mümkündür; meclis başkanı milletvekilliğinden istifa etti ama Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanlığına devam ediyor.”
Erdoğan’ın parti üyeliğinden istifa edip Kurucu Genel başkanlık sıfatını devam ettirmesi ve AYM’nin bu konuda “hiçbir şey yapmaması” üzerine Kanadoğlu kapatma davası açmış. Anayasa Mahkemesi Başkanlığı bu dosyayı önemsememiş görünüyor. Kanadoğlu “dava dosyasının kapağını bile açmadılar” diyerek aslında Bumin’i suçluyor.
Mahkeme, Siyasi Partiler Kanunu 104/2 maddesi 11 Haziran 2009'da iptal edildiği gerekçesiyle davayı düşürmüş.
AKP’yi kapatma istemli dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya tarafından 14 Mart 2008'de AYM’ye gönderilmiş. Mahkeme kayıtlarına girmiş.31 Mart 2008'de iddianame kabul edilmiştir
Dava dosyası 697 sayfa olarak Anayasa Mahkemesi sitesinde mevcuttur (E: 2008/1 K; 2008/2 karar tarihi. 30.7.2008.) Mahkemenin yargılamada uyguladığı başvurduğu maddeler şunlardır: AY 68/4, 69/6; SPK 101/1-b, 103/2.
Kapatma davası Erdoğan ve Gül dahil 71 kişiye 5 yıl süreyle siyaset yasağı getirilmesi talebini içeriyordu. Hakkında kapatma talep edilen AKP 16 Haziran 2008'de sözlü savunma yapmış. Partiyi Cemil Çiçek ve Bekir Bozdağ birlikte savunmuşlar. Savunma metnini daha ziyade Cemil Çiçek okumuş. Cemil Çicek, AKP hükümetinin bakanı, Bozdağ ise Grup başkanvekili. Yazmadan edemeyeceğim. İkisi de Yozgatlı.
Mahkemenin kapatma kararı verebilmesi için 3/5 nitelikli çoğunluk gerekiyor. Şimdi 2/3. Kapatma yönünde oy veren üye sayısı altı. 3/5 çoğunluğa ulaşmayan bir sayı bu.
Ecevit Hükümeti zamanında yapılan anayasa değişikliği ile bu özel çoğunluk kabul edilmiş. (2001) Değişikliğin AB müktesebatı ile uyum süreci ile ilgisi olabilir. Sonuçta bundan yararlanan AKP oldu.
Oysa ki 1961 Anayasası döneminden beri karar çoğunluğu basit çoğunluktu. Her konuda. 12 Mart ara rejimi döneminde kapatılan Milli Nizam Partisi ve Türkiye İşçi Partisi kararlarında olduğu gibi. Bütün parti kapatma davalarında karar nisabı hep basit çoğunluk idi.
Genel olarak AYM kapatma kararlarına baktığımızda, Türkiye'de partiler iki nedenle kapatılmıştır. Birincisi devletin laik niteliğine aykırılık ya da devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez
AYM bu tutumunu 1982 Anayasası döneminde de devam ettirdi. HEP, DEP, HADEP “ulus devlet ilkesine aykırılıktan”
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü yani Ulus devlet ilkesine aykırılıktan kapatıldılar.
Refah Partisi ve Fazilet Partisi ise antilaik eylemlerin odağı olduğu gerekçesiyle kapatıldılar.
Davanın açılması karşısında AKP'nin ilk tepkisi Anayasa Mahkemesi kanununda değişiklik yapmak düşüncesi oldu. Dava açma yetkisinin başsavcılıktan, kapatma yetkisinin Anayasa Mahkemesinin elinden alınması gibi. Bunu gerçekleştirmek üzere, yasal ve anayasal değişiklikler tartışıldı. AKP'nin hukuk kurmayları arasında Cemil Çiçek, Sadullah Ergin, Bekir Bozdağ, Ahmet İyimaya, Burhan Kuzu vardı.
Kapatma davasına karşı AKP içinde ne yapabileceği tartışılırken, ABD ve Avrupa'dan büyük tepki geldi. Tepkilerin özünde şu argüman vardı. AKP büyük bir ekseriyetle iktidara gelmiş bir partidir. Halkın yarısına yakın kısmının oy verdiği bir parti kapatılamaz. Dikkat edilirse, ne ABD ne de Avrupa çevrelerinde partinin laiklilik karşıtı bir parti olduğu iddiasıyla ilgili bir düşünce açıklaması gelmemiştir.
Başsavcılığın bu davada delil olarak öne sürdüğü bazı örnekleri burada paylaşmak isterim: Örneğin, anayasa ve yüksek öğretim kanunlarında değişiklik içeren teklifler. Devlet kadrolarının parti yandaşı İslamcı düşüncelere sahip insanlar tarafından doldurulması. Abdullah Gül'ün Dışişleri Bakanı olduğu dönemde yurt dışında bulunan Fethullah Gülen cemaatiyle işbirliği yapılmasına dair verilmiş talimatlar. Bunlar Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temel niteliklerini değiştirecek zemini oluşturma niyeti olarak görülmüştür.
Bir başka örnek, dini simgelerin siyasal amaçlarla kullanılması ile ilgili başbakan Erdoğan’ın yaklaşımıdır. Türban meselesinin hararetle tartışıldığı günlerde AKP başkanı Erdoğan'ın İspanya konuşmasında “velev ki siyasi simge olarak taktığı düşünülsün” türbanı suç olarak kabul edebilir miyiz? Demesi. İçkili mekanlar için Kırmızı Sokak uygulamasının başlatılması. Haseki ve Vakıf Gureba hastanelerinde başörtülü doktorların çalıştırılmaya başlanması. İstanbul'da bazı afişlerin sansürlenmesi.
Partinin Danıştay saldırısına ortam hazırlayacak söylemi. Danıştay’ın başörtüsü kararı üzerine Erdoğan'ın şu yorumu önemli görülmüştür: “başörtüsü konusunda yorum hakkı yargının değil ulemanındır.” Bu sözler partinin şeriat düzeni kurma amacına karine olarak görülmüştür. Devleti dini hükümlere göre yeniden örgütlemek, ülkenin hukuk sistemini aşamalı olarak şeriata uygun hale getirmek. Egemen Bağış’ın başörtüsünün bütün kamu alanlarında, üniversiteler ve TBMM inde kullanılabilmesini savunması.
İddianameye göre AKP Milli Nizam Partisinden başlayarak, MSP, RP ve FP’nin devamı bir partidir. Temel hedefi de rejimi değiştirmektir.........
© 12punto
