menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ulusal kalkınma, üretim ekonomisi ve planlama

19 0
13.05.2025

Türkiye; ekonomik sorunlarını bir türlü çözemiyor. 24 Ocak 1980’den beri ekonomide izlenen yol, “24 Ocak Kararları” olarak tarihe geçen ve darbe koşullarında uygulanan politikaların yarattığı yapısal sorunları aşamıyor. 1980 öncesinde de çok sağlıklı bir ekonomiye sahip olmayan Türkiye’nin, 1980 sonrasında tercih ettiği ekonomi – politik tercihler, iktidara gelen farklı partilerin, özünde tek bir ekonomik program uygulamaları, gelir dağılımı adaletsizliğini büyütüyor. Servet – sefalet uçurumunu derinleştiriyor. Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapıyor. Bu ekonomik tablo, kaçınılmaz olarak siyasetten kültüre, aile yapısından ahlaka, kentleşmeden sanata, güvenlikten hukuka dek her alana yansıyor.

Üretime değil tüketime, ihracata değil ithalata dayalı büyüme modelini tercih etmenin ağır sonuçlarını yaşıyor Türkiye. Daha uzun yıllar da yaşayacak. Bu yanlış tercihin sonuçlarına katlanacak. Büyümek için üretmek ve ürettiğini ihraç etmek, üretmek için de planlamak gerektiğini unutan Türkiye; yapısal olan cari açık sorununu da çözemiyor. Yüksek dış borç, yüksek enflasyon, yüksek döviz kuru, yüksek işsizlik, yüksek dış ticaret açığı, yüksek bütçe açığı söz konusu oldukça, her ne kadar dünyanın ilk 20 ekonomisi arasında olsa da, orta gelir tuzağından kurtulamıyor Türkiye. Tasarruf yapamıyor.

Güçlü bir üretim ve ihracat olmayınca, cari fazla verilmeyince, cari açık yapısal olunca, bunun sonuçları sadece ekonomik alanda kalmıyor. Siyasete de yansıyor. İstiklal-i tam ve hakimiyet-i milliye, yani tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik ilkelerine dayanarak Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk sonrasındaki yanlış tercihlerin sonucu olarak, güçlü bir ekonomiye sahip olmamanın yansımalarını dış politikada, savunma ve güvenlik politikalarında da yaşıyor.

Atatürk’ün sözleriyle, mali egemenlik olmadan milli egemenlik olmayacağını, iktisatsız istiklalin mümkün olmadığını kavramamanın sonuçlarını yaşıyoruz. Lozan müzakerelerinde en çetin mücadelenin kapitülasyonların kaldırılması için verildiğini unutmanın sonuçlarını yaşıyoruz. Lozan’da, 20 Kasım 1922’de başlayan müzakerelere 4 Şubat 1923’te ara verildiğinde, İzmir’de, Türkiye İktisat Kongresi’ni (17 Şubat – 4 Mart 1923, yaygın olarak İzmir İktisat Kongresi olarak bilinir) toplamanın önemini hatırlamamanın sonuçlarını yaşıyoruz. Daha da yaşayacağız maalesef.

Oysa 1. Türkiye İktisat Kongresi’nin açılışında Mustafa Kemal Paşa; siyasi ve askeri zaferlerin, iktisadi zaferlerle tamamlanması gerektiğini vurgulamış ve şu noktalara dikkat çekmişti: “Bir milletin doğrudan doğruya yaşantısıyla ilgili olan, o milletin ekonomik durumudur”… “Tarihimizi dolduran zaferler ve başarısızlıkların tümü, ekonomik durumumuzla yakından ilgilidir”… “Çağımız tamamen bir ekonomi devrinden başka bir şey değildir”… “Kılıçla fetih yapanlar, sabanla fetihler yapanlara yenilmeğe ve sonunda yerlerini terk etmeğe mahkûmdurlar”… “Kılıç kullanan kol yorulur; fakat saban kullanan kol, her gün daha çok kuvvetlenir ve her gün daha çok toprağa sahip olur”… “Tam bağımsızlık için şu prensip vardır: Milli egemenlik, ekonomik egemenlikle pekiştirilmelidir”…

Atatürk; izleyen yıllarda da Meclis’i açış konuşmalarında ekonomik sorunlara ve çözüm yollarına dikkat çekmeği sürdürmüştür. Büyük önderin bu bilinci ve hassasiyeti sayesinde genç Cumhuriyet, devletçilik ve planlamayla hızlı bir kalkınma sürecine girmiştir. Aşar vergisini kaldırarak köylüyü, çiftçiyi rahatlatmış, bu verginin kalkmasıyla çok önemli bir vergi gelirinden mahrum kalmasına rağmen, atılımını sürdürmüştür. Bir yandan da Osmanlı Devleti’nin borçlarını ödemiştir.

İzlenen devletçilik, çok sert, çok katı bir devletçilik değildir. İsmet İnönü’nün sözleriyle, mutedil devletçiliktir.........

© 12punto