Tarımda kırılma noktası: Ya yapısal reform, ya çöküş
Tarım, yalnızca toprağa tohum atmak değil; bir ülkenin geleceğine kök salmaktır. Gıdaya erişim, kırsal istihdam, bölgesel kalkınma ve ekonomik bağımsızlık gibi kritik alanlarda belirleyici rol oynayan tarım sektörü, Türkiye'nin hem toplumsal yapısının hem de stratejik varlığının temel direğidir. Ancak tüm bu yaşamsal önemine rağmen, Türkiye tarımı uzun yıllardır çözülmeyen yapısal sorunlar ve artan mali baskılar altında derin bir krizle boğuşmaktadır. Üretim maliyetlerinin hızla yükselmesi, genç nüfusun sektörden uzaklaşması, yetersiz destek mekanizmaları ve plansızlık, yalnızca kırsaldaki geçim kaynaklarını değil, kentlerdeki sofraları da doğrudan tehdit etmektedir.
Bugünkü yazımızda; Türkiye tarımının içinde bulunduğu çok boyutlu krizi Çukurova ve Bursa gibi üretimin nabzının attığı bölgelerden somut örneklerle ele alacak, ayrıca uluslararası karşılaştırmalar ışığında hangi alanlarda geride kaldığımızı ve bu krizi aşmak için hangi yapısal reformların aciliyet taşıdığını tartışacağız.
Türkiye tarımının en büyük çıkmazlarından biri, üretim maliyetlerindeki keskin ve sürekli artıştır. TÜİK verilerine göre; son 10 yılda gübre fiyatları @0, mazot 00, tarım ilaçları ise 50 oranında yükselmiştir. Bu artışlar, özellikle küçük aile işletmelerini üretimden kopma noktasına getirmiştir. Adana’nın Yüreğir ilçesinde yapılan saha araştırmalarında, birçok üreticinin artan maliyetler nedeniyle narenciye bahçelerini terk ettiği belirlenmiştir. Benzer şekilde Bursa’nın Yenişehir Ovası’nda da üreticiler, sulama elektrik giderleri ve temel girdi fiyatlarının baskısı altında borç sarmalına sürüklenmektedir.
Çiftçilerin bankalara olan toplam borcu 1 trilyon TL’yi aşmış durumda. Üreticinin borç yükü her geçen gün ağırlaşırken, sektöre sağlanan nakdi kredi oranı da sürekli artış göstermektedir. Ancak üretici, girdi maliyetlerindeki yükseliş ve ürününü değerinde satamaması nedeniyle bu kredileri geri ödeyememektedir. Gelir-gider dengesi bozulan çiftçi, borç batağında çırpınırken, birçok üretici tarım sektöründen kopmakta; tarlalar ise icra kıskacına girmektedir. Bu tablo, yalnızca bireysel bir geçim krizi değil, aynı zamanda Türkiye’nin tarımsal üretim gücünde tehlikeli bir zayıflamaya işaret etmektedir. Tarımda kullanılan mazot ve gübredeki ÖTV ve KDV yükü kaldırılmadığı sürece, bu maliyet baskısı sürdürülebilir üretimi tehdit etmeye devam edecektir.
Tarımsal üretimde verimlilik yalnızca makineleşme ya da toprakla sınırlı değildir; bilgi, planlama ve bilinçli uygulamalar en az fiziki altyapı kadar önemlidir. Türkiye’de çiftçilerin büyük çoğunluğu hâlâ geleneksel üretim yöntemleriyle çalışmakta, modern tarım tekniklerine erişim ise oldukça sınırlı kalmaktadır. Tarım İl Müdürlükleri bünyesindeki teknik danışmanlık hizmetleri hem yetersiz kadrolarla hem de sınırlı bütçelerle yürütülmektedir. Özellikle genç çiftçi oranının ’un altında olduğu Türkiye’de, yeni neslin eğitilmesi ve desteklenmesi kritik önemdedir. Bursa'da yapılan bir araştırmaya göre, Tarım Meslek Liselerine olan ilgi son 5 yılda @ oranında azalmıştır. Çukurova bölgesinde gençlerin büyük kısmı tarım yerine şehir merkezlerinde asgari ücretle çalışmayı tercih etmektedir. Bu durum, kırsalda hem üretimin devamlılığını hem de bilgi aktarımını tehdit etmektedir. Tarımda dijitalleşme, iklim dostu uygulamalar, sulama verimliliği gibi alanlarda yaygın bir çiftçi eğitim seferberliği başlatılmalıdır.
Türkiye tarımının verimlilik sorunlarının başında, arazilerin parçalı ve dağınık yapısı gelmektedir. Ortalama tarım arazisi büyüklüğü 6 hektarın altındadır; bu oran, AB ortalamasının (örneğin Fransa’da 55 hektar) oldukça gerisindedir. Miras yoluyla bölünme ve plansız mülkiyet aktarımı nedeniyle tarım arazilerinin yaklaşık `’ı üç parça veya daha fazla bölünmüştür.
Bursa’nın Karacabey ve Mustafakemalpaşa ilçelerinde üreticiler, aynı köy sınırları içinde 10’dan fazla ayrı parselde üretim yapmaktadır. Bu durum hem zaman hem maliyet açısından ciddi kayıplar yaratmakta, üretici motivasyonunu düşürmektedir. Çukurova’da ise sınır yolları, kanallar ve duvarlar nedeniyle verimli alanlar daralmaktadır. Bu yapı, mekanizasyonu, modern sulama sistemlerini ve verimli üretimi ciddi biçimde zorlaştırmaktadır.
Toplulaştırma çalışmaları ise beklentileri karşılayamamaktadır. Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre, toplulaştırması tamamlanan alan oranı hâlen seviyesindedir. Sürecin yavaş ilerlemesinde bürokratik karmaşa, mülkiyet uyuşmazlıkları ve teknik altyapı eksiklikleri etkili olmaktadır.
Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre, Türkiye’de sulanabilir tarım arazilerinin toplam ekilebilir alan içindeki payı sadece '’dir. Çukurova ve Harran gibi yüksek verimli ovalarda bile üretim büyük ölçüde yağışa bağımlı yapılmakta, bu da iklim risklerine karşı tarımı savunmasız bırakmaktadır.
Adana Seyhan’da yapılan analizler, sulama kanallarının bakımsızlığı ve kontrolsüz su kullanımı nedeniyle ürün kayıplarının ’e ulaştığını ortaya koymaktadır. DSİ’ye göre modern sulama yöntemlerinin kullanımı ise yalnızca düzeyindedir. Bu oran hem verim hem de su tasarrufu açısından ciddi bir eksikliktir. Özellikle kuraklığın arttığı bir dönemde bu açık daha da hayati hâle gelmektedir.
Türkiye’de yıllık kullanılabilir su miktarı yaklaşık 112 milyar m³ olup, bunun t’ü tarımda kullanılmakta; ancak açık kanal sistemlerinde büyük ölçüde buharlaşma ve sızıntı yoluyla kaybedilmektedir. Adana Güç Birliği Vakfı’nın önerdiği Kapalı Devre Basınçlı Sulama Sistemi gibi çözümler, bu kayıpları azaltmak adına stratejik öneme sahiptir.
Sürdürülebilir tarım için yeraltı sularının korunması, modern sulama teknolojilerinin yaygınlaştırılması ve bölgesel su yönetim planlarının hayata geçirilmesi şarttır. Aksi hâlde, hem verimlilik hem de gıda arz güvenliği açısından geri dönülmesi güç kayıplar yaşanacaktır.
Türkiye’de tarımsal üretimin en büyük engellerinden biri, finansmana erişimdeki güçlüklerdir. Küçük ve orta ölçekli çiftçiler, sezon öncesi tohum, gübre ve mazot gibi temel girdiler........© 12punto
