Tarih ne söyler, Polis neyi korur, toplum ne ister?
Mark Neocleous “Bir güvenlik projesi olarak polisin tarihi, özel mülkiyetin kendisinin en radikal ötekisinden (komünizmden) duyduğu korkunun tarihidir” der. Modern polis teşkilatlanmasının 15. ve 16. yüzyıllarda oluştuğunu göz önünde bulundurursak, Neocleous’a hak vermemek elde değildir.
Öte yandan iktidarı elinde bulunduran her toplumsal sınıfın, mevcut düzeni korumak amacıyla bir ‘güç aygıtı’ oluşturacağı ve yasa-itaat ilişkilerini kurarken, bir “güvenlik” birimi ile korunacağı aşikârdır. İşte tam da burada ‘polisin’ varlık nedeni tartışılmaya başlar. Polis, kimin polisidir? Varlığı kime hizmet eder/etmelidir; güç aldığı yasaların dayanağı nedir/ ne olmalıdır?
Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız sorular, polis teşkilatının ilk varlık kazandığı dönemlerde de sorulmuş ve teşkilatın kuruluş aşamasında da büyük tartışmalar yaşanmıştır. 1829 yılında Britanya’da modern polis teşkilatının kuruluş süreci böyle gelişmiştir örneğin. Britanya parlamentosu güvenlik ihtiyaçlarının toplum tarafından değil de maaşlı, bürokratik bir yapıyla belirlenmiş ve iktidara bağlı bir örgüt tarafından karşılanmasını istediğinde, ilk itirazlar hemen o anda yükselmiştir. Bu yeni kurulacak ‘güvenlik örgütü’ iktidara bağlı olacaksa eğer, tüm halkın değil, iktidarın yaslandığı sınıfın çıkarlarını yani tüccarların, sermaye sahiplerinin can ve mal güvenliğini koruyacaktır. Dahası böyle bir teşkilat oluştuğunda ‘polis’ nasıl olacak da egemen sınıfın ve onların siyasal iktidarının değil, halkın polisi olacaktır?
196 yıl öncesinde sorulan bu sorulara yeterli yanıt veremediğimiz ne kadar da ortadadır. Özellikle toplumsal olaylarda sert tutumuna tanık olduğumuz polis, her ne kadar kendisi ‘varsıl’ bir sınıfa mensup olmasa da, siyasal iktidarın ve hareket edeceği yasaların denetiminde, sözü edilen hâkim sınıfa/iktidara hizmet eden bir güç durumundadır.
Dünya tarihi sözünü ettiğimiz bu durumu teyid eder örneklerle doludur. Nitekim kendi ülkemizde de bu acı gerçekle yer yer yüzleşmek durumunda kalıyoruz. En son yaşanılan kitlesel eylemlerde de hepimiz buna şahitlik ettik.
Yukarıda belirttiğimiz gibi egemen toplumsal sistem ve sınıflardan bağımsız bir kurumsal yapılanma düşünemiyoruz. Bu yanıyla bir ülkedeki bütün kurumlar o ülke iktidarının bir aynasıdır aslında. Dolayısıyla mahkemelerden, vergi dairelerine, hastanelerden okullara ve sokaklara kadar o ayna........
© 12punto
