Adaleti yok sayanlar dinleri nasıl öldürdü?
Kuşkusuz inanmanın güvenle doğrudan bir ilişkisi var. Güven duyduğunuz insanların sözlerine inanır, onların söylediklerini önemser, söylemlerine odaklanırsınız. Tersi durumda inanç zedelenir, yara alır, anlamını kaybeder, istikametini yitirir.
Tarih boyunca sosyal bir olgu olarak var olan din, inancın da bir tezahürü olarak karşımıza çıkar. Bu yanıyla dinde de aranan önemli değerlerden biri güvendir. Tıpkı adalet gibi. Bağlısı olduğumuz dinin adil değerler taşımasını ve yine bağlılarının güvenilir insanlar olmasını isteriz. Dinler, kendi içinde ne kadar adil, adaleti savunur ayrı bir tartışma konusu ama hiç kimse dini için tersini savunmaz ya da öyle düşünmez. O vakit din ya adildir ya da olmalıdır.!
Öte yandan şunu da biliyoruz ki; dinin içine doğduğu ekonomik, toplumsal ve kültürel koşullar ve bu koşulların aktörleri tarihsel süreç içerisinde dini bir biçimde etkiler ve bu etkileşim sürecinde dinin bağlıları arasında da bir ayrışma ortaya çıkar. Kim, dine nereden bakıyor, hangi sureyi, ayeti nasıl okuyorsa din biraz da ona dönüşür, okunan yere göre yeniden yazılır. Bu bağlamda din tek olsa da, mezhepleri, ekolleri, cemaatleri tek olmamıştır hiçbir zaman. Bu neredeyse bütün dinler için böyledir. Zira din yaşamın içinde sınıfsal koşullara, üzerinde inşa edilen toplumsal yapıya, imtiyazlara, yaşamın konforuna uymalı, yoksa o uyum, uydurulmalıdır.
Örneğin birileri için oruç sadece yemekten ibaret olabilirken Ali Şeriati için kul hakkı davasıdır. Orucu sadece yemekten ibaret görenlerle kul hakkı davası olarak tanımlayanlar pek tabi olarak ruhen ve fikren de yaşamda farklı değerleri savunacaklardır.
Buradan nereye varıyoruz peki?
Yazımızın başına dönersek inanç ve din; güven, adalet zemininde yükselir, ruhu ve bağlıları itibariyle bu........
© 12punto
