“Türk”ten “Türkiye”ye: Bir Adın Uzun Yolculuğu
İsimler, milletlerin kaderi gibidir: Bir günde ortaya çıkmazlar.
Yavaşça birikirler, zamanın ve coğrafyaların içinden süzülerek anlam kazanırlar.
“Türk” ve “Türkiye” kelimeleri de böyledir.
Bu iki adın hikâyesi, Asya bozkırlarından Bizans saraylarına, Haçlı kroniklerinden Tanzimat gazetelerine, Avrupa arşivlerinden Cumhuriyet’in doğum belgesine kadar uzanan çok katmanlı bir yolculuktur.
Ve bu yolculuk, bugün kim olduğumuzu düşündüğümüzden çok daha derinden etkiler.
“Türk” kelimesinin bilinen en eski izi, garip bir şekilde, bizim coğrafyamızda değil, Çin saraylarının arşivlerindedir.
6.yüzyılda Zhou Shu ve Sui Shu yıllıkları, kuzeybatı dağlarından gelen bir halktan “突厥 — Tūjué”, yani Türkler diye söz eder.
Demiri eritip devlet kuran, at üstünde imparatorluklar kuran bir topluluktur bu.
Bu tanım, Türk kelimesine hem bir kimlik hem bir güç yükleyen ilk kayıt olarak tarihe geçer.
Türk adının kendi sesimizle söylendiği ilk yer ise Orhun Yazıtları’dır.
Bilge Kağan 8. yüzyılın ortasında taşlara şöyle yazar:
“Türük budun… Türk milleti.”
“Türk adını ve şanını yok etmeyiniz!”
Bu iki cümle, dünyanın en erken siyasal bilinç ifadelerinden biridir.
Türk kelimesi artık sadece bir topluluğu değil; kendi kaderinin sorumluluğunu taşıyan bir milleti anlatmaktadır.
Binlerce kilometre batıda, başka bir kelime daha doğmaktadır: Türkiye.
Malazgirt’in ardından 11.........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein